Olumsuz geçen iş görüşmeleri aslında başımıza gelen en iyi şey olabilir
Kariyer denen çekici bir o kadar da sarsıcı tecrübede en zararlı düşünce "Herkesin mükemmel bir kariyeri var. Bir benim yok." düşüncesi. Buna engel olmanın yolu da gerçeklerin peşine düşmek.
"Louis Vuitton'da çalışmaya nasıl başladım?" başlıklı yazımdan sonra birçok olumlu mesaj, tebrik ve yorum aldım. Kariyer hikayemin ilham vermesi beni mutlu etti tabii, başarılarımla gururlanmak da...Fakat gurur ne kadar keyifli bir his olsa da, onun boyadığı toz pembe tablonun cazibesine kapılmamanın, mücadeleli tecrübeleri de paylaşmanın, şu anki pozisyonumda önemli olduğunu düşünüyorum. İşte bu yazım da böyle bir yazı.
Kariyer denen çekici bir o kadar da sarsıcı tecrübede en zararlı düşünce "Herkesin mükemmel bir kariyeri var. Bir benim yok." düşüncesi. Buna engel olmanın yolu da gerçeklerin peşine düşmek.
Tolstoy'un dediği gibi, mutluluk dış faktörlerle değil, bizim onları nasıl gördüğümüzle ilgilidir. İş arama sürecinde de mutluluğumuz ve motivasyonumuz, olayları nasıl yorumladığımızla çok alakalıdır.
Birkaç sene önce, adını saklı tutacağım çok büyük bir lüks moda markası beni bir iş görüşmesine çağırdığında, çok heyecanlanmış ve gururlanmıştım. O dönemde Paris'de yaşıyordum fakat iş görüşmesi için İtalya'ya gitmem gerekecekti. Bir skype görüşmesi yaptıktan sonra markanın ana merkezinde buluşmak için sözleştik. Beni onlara öneren kişi oldukça üst düzey bir yöneticiydi, hem onun verdiği güven, hem de kendi geçmişimin verdiği rahatlıkla bu iş görüşmesine gittim.
Paris'den yola çıktığımda kafamda onlarca soru vardı. Şimdi bir teklif alırsam ne olacak? Şehir değiştirmek istiyor muyum ki ben? Tekrar yeni ortam, yeni iş arkadaşları...değer mi ki? Malesef yolculuğun uzunluğu benim aleyhime olmuş, sorular iyice artmış, markanın ana merkezine geldiğimde "Benim burda ne işim var?" sorusuna kadar varmıştım.
Bundan sonrası, geçen koca bir gün, üç tane uzun iş görüşmesi, her seferinde bende kalan ekşi tat ve şu his: "Beni bu kadar çağırdılar bir de üstüne beni anlamamakta direniyorlar". Ben o kapıdan çıkıp uçağa yetişmek için hızlı adımlarla çıkarken, aslında bu görüşmenin on yıldan sonra hayatımda olan en iyi "tatsız" olay olduğunu henüz farketmemiştim.
Uçakta Paris'e dönerken ilk yarım saatim görüştüğüm kişileri, ortamı, yolculuktan gelmiş halimle beni bilmediğim bir şehirde öğle yemeğinde yalnız bırakmalarını suçlamakla geçti. O kadar yol katetmiş koca bir gün iş görüşmeleri yapmıştım. Bu kadar olurdu. Böyle bir şirketi ben istemiyordum zaten...vesaire...
Derken zaman geçti. Eve döndüm. Oturdum. Düşündüm. O kadar özene bezene, beni tanıyanlar vasıtasıyla gittiğim bir iş görüşmesinin kötü geçmesi için ben ne yapmıştım? Sonuç ortadaydı. Ekşi tat hiçbir zaman tek taraflı olmazdı. Kendi görüşmemi kendim sabote etmiştim.
"Self-sabotaging behavior", yani kişinin kendi kendini sabote eden davranışları, sıklıkla yaptığımız ama çoğunlukla farketmediğimiz birşey. Bu hem özel hayatımızda hem de profesyonel hayatımızda isteğimiz dışında gelişen, inançlarımız ya da gizli arzularımız ile şekillenen bir tepki, davranış ya da tepkisizlik olabilir. "Ya olursa ne yaparım?" korkusuyla gerçekleşmesine engel olduğumuz şeylerin listesi aslında uzundur, ama biz farkına varmayız.
Ben farkettim.
Ben ne şehir değiştirmek, ne de iş değiştirmek istiyordum. Kendimi harika bir teklif almış olarak görmek çok hoşuma gitmişti. "Transfer oldum, süper bir pozisyon hem de" diyebilirdim. Fakat aslında bu iş benim o anki isteklerim ve hedeflerimle zıt düşüyordu. Ne mi yaptım? Kendimi bir dolu olumsuz fikirle doldurup, kafamdaki soruların sayısını yüzle çarpıp, değişiklik yaparsam olacakları trajedi haline getirip o kapıdan girdim. Görüşmelerde en ukala tavrımı takındım. Sonuç olumlu olabilir miydi? Tabii ki hayır.
Hayat, istediğimiz şeyleri elde edemeyeceğimize, istemediğimiz şeylerin de hep bizim başımıza geldiğine inanmakla geçiyor. Oysa ki, istemesek de karşımıza çıkan fırsatlara müteşekkir olmak, onlardan öğrenip zenginleşmek, bizi istediğimiz şeyleri elde etmeye bir adım daha yaklaştırabilir.
Mesela ben, bu olaydan sonra anladım ki, aklımda tek bir şey vardı. Girişimci olmak. Ne olursa olsun, o riskleri alacak ve kendi işimi kuracaktım. Deneyecek, belki yanılacak, ama yine de bunu yapmadan rahat edemeyecektim. O zaman karar verdim ki, mücadeleli bir tecrübe yaşamadan, bazen kendimizi sabote edip o duvarlara çarpmadan, ne değişime girebiliyoruz, ne de bir bütün olabiliyoruz.
Moda Kariyeri olarak yaptığımız son eğitim etkinliğinde iş arayan katılımcılardan gelen bir soru vardı: "İyi pozisyon ama küçük şirket mi? Kötü pozisyon ama büyük şirket mi?".
Bu soruya cevabımı bir soru ile vermek isterim "Bu sorular da bir nevi sabotaj değil mi?".
Önümüze çıkan fırsatları küçük, büyük, prestijli, prestijsiz, yararlı, yararsız diye sıfatlarla betimledikçe aslında muhtemel sonuca etki etmiş oluyoruz. Oysa ki fırsatlara odaklanıp, süreci kendimizi tanımak için kullanmalı ve bize verilmesini beklediğimiz şansları kendimiz yaratmak için tecrübe biriktirmeli ve sorgulamalıyız.
Ve eğer bu soruları kendimize soruyor, o betimlemeleri yapıyorsak, oturup bir düşünmeli, belki dost veya koç yardımı almalı ve "Neden bunu yapıyorum?" diye kendimize sormalıyız. İşte o zaman olumsuz dediğimiz görüşmeler başımıza gelen en iyi şeyler olabilir.
Aslı Özbek
Yorumlarınız için bana ulaşabilirsiniz: asli@modakariyeri.com
Bilişim dünyasında bir top model
Karlie Kloss kodlama ve kurabiye yapmayı seviyor. 23 yaşındaki manken tüm başarısına rağmen hayatını defileler ve yüksek bütçeli reklam kampanyaları ile sınırlamaya niyetli değil. 2015 Eylül ayında New York Üniversitesi’nde okumaya başlayan Karlie bir sene kadar önce New York’da kodlama dersi almış.
Karlie Kloss moda dünyasının son yıllardaki en önemli isimlerinden. Öyle ki en önemli markaların defilelerinde boy göstermesinin yanında Forbes’un en çok kazanan mankenler listesinde sekizinci sırada. Karlie Kloss hem çok güzel, hem çok çalışkan, hem de çok başarılı fakat onu bu yazıya konu etmemin nedeni bu özellikleri değil.
Karlie Kloss kodlama ve kurabiye yapmayı seviyor. 23 yaşındaki manken tüm başarısına rağmen hayatını defileler ve yüksek bütçeli reklam kampanyaları ile sınırlamaya niyetli değil. 2015 Eylül ayında New York Üniversitesi’nde okumaya başlayan Karlie bir sene kadar önce New York’da kodlama dersi almış.
“Karlie’nin kurabiyeleri" adı altında tasarladığı on kurabiyelik kutuları açlık sınırında olan çocuklara yardım amacıyla satıyor. Fakat sanıyorum ki Karlie’nin kurabiyeleri yerken bulunmak istediği bir yer var: bilgisayarının başı.
Bir buçuk yıl önce kodlama öğrenmek için bir kursa yazılan Karlie ürettiği kurabiyeleri drone (uçan robot) ile uçurabilmek için Flatiron School’daki kursta kodlama bile yaptı. Kodlamayı öğrenirken çok eğlenen Karlie bunun geleceğin mesleklerinden biri olduğuna karar verdi ve genç kızların bu mesleği öğrenmesinin gelecekleri için büyük önem taşıdığını düşündü. Hemen harekete geçen ünlü model Flatiron School işbirliğiyle yirmi genç kıza kodlama bursu verdi.
Karlie Kloss, ona “güzel ve zengin bir kadının bu meslekte ne işi var” diyen bilişim dünyasının duayenlerine meydan okurcasına bir top model olarak kodlama öğreniyor ve okuldaki anılarını üç milyonu geçen takipçisiyle paylaşmaktan da geri kalmıyor. Erkek egemen bu meslek dalında iş imkanları oldukça fazla. Hürriyet IK’ya göre bilişimle ilgili teknik meslekler işe alımda en çok arananların başında geliyor.
Yazılımcılık dünyanın her yerinde en çok aranan meslekler listesinde ilk sıralarda. Dijital dünyanın hayatımızda git gide daha önem kazanmasıyla birlikte yazılım yapmayı bilmek sadece garantili bir iş fırsatı sağlamanın dışında girişimcilikte söz sahibi olmak için de çok önemli. Karlie açıkça bu yüksek istihdam vadeden sektörün erkek egemen olmasına meydan okuyor, ve bunu yapacak gücü ve enerjisi de var.
Karlie’ye göre kodlamayı öğrenmek geleceğin şekillenmesinde söz sahibi olmak için önemli ve kadınlar geleceği şekillendirecek yeteneğe sahipler. Ayrıca, ünlü bir model olarak moda dünyasının kalbinde yaşayan Karlie, kodlamanın da sanat ve moda gibi bir kendini ifade etme şekli olduğunu düşünüyor. Fikirleri ürünleştirmek, yaratıcılığın sınırlarını zorlamak ve özgürleşmek kodlama öğrenerek mümkün.
Amerika’da bilgisayar mühendisliği mezunlarının sadece yüzde onikisi kadın. Kadınbilişimci.com sitesinin haberine göre Türkiye’nin ilk kadın bilişimcisi 1962 yılında işbaşı yapan Ayla Taşpınar. Prof. Dr. Nilgün Okay’ın “Bilişim sektöründe kadın” konulu konuşmasından alınan 2013 verilerine göre ise Bilişim mezunu kadınların oranı Türkiye’de yüzde 28 civarında. Aynı araştırmaya göre, kadınlar değişime çok hızlı adapte olabildikleri için, değişimle beslenen bu sektöre çok uygunlar.
Türkiye’de de kadınların bilişim sektörüne katılımını artırmak için #kodewithkarlie programına benzer kurslar ve burslu sertifika programları düzenleniyor. Yakın gelecekte daha da çok istihdam sağlayacak olan bu mesleğin kadınların yaratıcılığına ihtiyacı var.
Kurslarla ilgili detaylı bilgi için:
"Hayalindeki kariyere nasıl sahip olursun?"
Başarılı olmak birçok değişkene bağlı,tutkunu gerçekleştirmek için ne kadar bedel ödemeye hazır olduğunla, sektörü ne kadar iyi anlayabildiğinle ve biraz şansla ilgili. Başvurun doğru zamanda doğru masanın üzerinde olmalı.
Moda ve lüks sektöründe çalışan bir yetenek avcısı olarak bu soru bana her gün en çok sorulan soru. Hangi ülke ya da kültürden olursa olsun herkesin ortak sorusu bu: bu sektördeki sihirli kapıyı açan anahtar nedir?
Cevap çoğu zaman karamsarlık dolu. Çünkü bu çok zorlu bir süreç! Moda ve lüks sektörü çok sıradışı bir sektör. Dışarıdan çok çekici ( size bir fikir vermesi adına petrol sektörüyle kıyaslayın; çok daha çekici değil mi?) ama diğer taraftan çok kapalı, kendine özgü kurallarla dolu. Bu soruya cevabım kendi kişisel vizyonumu da içeriyor. “Başarılı olmak birçok değişkene bağlı,tutkunu gerçekleştirmek için ne kadar bedel ödemeye hazır olduğunla(buna saatlerce araştırma ve çalışma dahil) , sektörü ne kadar iyi anlayabildiğinle ve biraz şansla ilgili. Başvurun doğru zamanda doğru masanın üzerinde olmalı.” Demek istediğim, fırsatları elde etme konusunda kesinlikle karamsar değilim, bunu başaran insanları tanıyacak kadar şanslıyım. Bu mücadeleye hazır olmayan ve sürekli aynı hataya düşen adaylarla her gün karşılaşıyorum. İş arayanların, özellikle sektörü değiştirmek isteyenlerin, işe alım süreciyle ilgili yeni yolları öğrenmeleri lazım. En iyi öğrenme şekli örneklere bakmaktır. Toplumu değiştiren insanlardan öğrenecek çok şeyimiz var; ama yeterince geniş açıdan bakmayı öğrenirsek bu insanların zorluklarla nasıl başa çıktığından ilham alabiliriz.
Bu yüzden lüks sektöründe sosyal medya ve dijital pazarlama konusunda uzmanlaşan Yiğit Turhan’ın olağandışı hikayesi bence çok güzel bir örnek. Yiğit’in hikayesi garip ya da komik görünebilir; ama bence tutku, kararlılık, kendinin farkında olmak ve isteklilik anlamında mükemmel bir karışım.
O zamanlar, Yiğit hayallerinin peşinden gitmek için kendi ülkesindeki rahat işinden vazgeçen genç bir elektronik mühendisiydi. Bu karar sonrası Türkiye’den ayrılıp, Milano’ya Bocconi Universitesi’nde Uluslararası Pazarlama yüksek lisansı yapmaya gitti.
Yiğit’in hedefi çok netti: “ yaratıcı bir ortamda-tercihen lüks sektöründe- çalışmak ve uluslararası iş tecrübesi kazanmak”. Zorlu bir mücadeleydi. Daha önce de söylediğim gibi bu sektör biraz kapalı. Yiğit’in mühendislik geçmişi moda ve lüks firmaları için ilgi çekici değildi. Bunun dışında Türkiye, Avrupa Birliği’ne dahil olmadığı için Yiğit’in çalışma vizesine ihtiyacı vardı ve bu durumu daha da zorlaştırıyordu.
İlerleyen süreçte, Yiğit çalışmak istemediği FMCG(Hızlı Tüketim Ürünleri) sektöründeki firmalardan teklif; çalışmak istediği moda firmalarından red cevabı aldı. Bu kısır döngü içinde Yiğit harika bir kişisel özelliğini kullandı: direnç ve esneklik. Bu noktada Yiğit başarısızlıklarından bir ders çıkardı ve şunu anladı ki; hedefini gerçekleştirmek istiyorsa sağlam bir stratejisi olmalıydı. Doğru kitlesini bulmalı ve onlara nasıl bir değer katacağını anlatmalıydı. Buradan itibaren hikaye daha eğlenceli bir hal aldı. İlk adım basitti: ilgisini çeken küçük ölçekli firmaların listesini çıkarmak.
Spesifik bir sektörde kariyer sahibi olmak mı istiyorsunuz? Kitlenizi iyi seçin!
İş aramada ilk adım, sizin yeteneklerinize gerçekten ihtiyacı olan bir firma bulmak. Adayların yaptığı en büyük hata CV’lerini etrafa yaymak, standart bir başvuru formu ya da önyazı yollamak ve sonrasında X firmasının neden hala aramadığını anlamaya çalışmak! Eğer başarmak istiyorsanız, ödün vermemelisiniz. İlk olarak sizinle kimler ilgilenebilir onu araştırmalısınız, sizin için doğru pozisyona sahipler mi diye bakmalısınız.
Bu noktada Yiğit’in başka bir özelliğine dikkat çekmek istiyorum: farkındalık. Yiğit gücünün/yeteneklerinin farkındaydı. Güçlü/zayıf yönlerinin farkında olmak, bir firmaya katacağınız değeri anlamak için en temel değer. Bu bilgiyle kendinizin farkında olup, işi almak için doğru kitleye doğru mesajı gönderebilirsiniz.
Bir sonraki adım akıllıca olmalı. Firmalara nasıl katkı sağlayacağınızı anladıktan sonra, onların dikkatlerini çekmelisiniz. Yiğit’in örneğindeki gibi: hedefini İtalyan lüks firması Frankie Morello olarak belirledi, aldığı analitik eğitimi ve yeteneğini, araştırma yapmak için kullandı. Mağazalarını ziyaret etti, hatta mağaza müdürleriyle konuştu.Firmayı tanıdıktan sonra bu bilgisini firmada hangi pozisyonun kendisine uygun olduğunu bulmakta kullandı.İşte Yiğit bu noktada fark yarattı.
Firmaya size neden ihtiyaçları olduğunu anlatmak için doğru yolu bulmak zorundasınız.
Eğer bir perakende firmasına başvurmayı düşünüyorsanız, Yiğit’in stratejisini kullanın ve kendinizi firmaya değerli bir teklif olarak sunun. Sunum hazırlayın, çalışmalar yapın ve neyde iyiyseniz onu kullanın(excel, portfolyo,hatta video!); iş yapmayı bildiğinizi onlara gösterin.Eğer kitlenin ilgisini çekerseniz, işe alım sürecine avantajlı başlarsınız.
Şimdi, çok güzel bir başlangıç yaptınız,başvurunuz içeride ve bu yolculuk için biletiniz hazır. Görüşme bir sonraki adım, firmayla tanışmak için artık fırsatınız var. Bu adım çok daha karmaşık. Avantajlarınızı hatırlayın, sizinle ilgilendiler. Bu da demek oluyor ki sizinle ilgili beklentileri var. Görüşme aşaması, firma için değerli bir alım olacağınızı teyit etme zamanıdır. İyi geçmesi yine hazırlığınıza bağlı. Eğer hedefinizle ilgili sağlam bir stratejiniz varsa, görüşme için çoktan hazırsınız.Şimdi Yiğit’in örneğine devam edelim: firmaya özelliklerini yansıtmaya hazırdı. İşleyişe nasıl olumlu bir etki katacağına dair planıyla görüşmeye gitti. Farkını gösterip, işi almaya hazırdı. Hayalini kurduğunuz işe sahip olmak için stratejinin ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz.
Görüşmelerde en iyisini başarmaları için bir çok adayı hazırlıyorum ve onlara hep şunu söylüyorum: “Eğer müşterim senin onlarla çalıştığını hayal edebiliyorsa bu iş tamam! İş senin!”
Bu eşsiz kişilik ve yetenek karışımının yanı sıra, Yiğit’in takdir ettiğim bir başka yönüyse tüm bu serüven sırasında pozitif bakış açısını hep korumasıydı. Mücadeleyi kabul etti, hatalarından ders çıkardı ve tüm süreçle tutkulu bir yaklaşımla başa çıktı. Eğer hikayesini okursanız tüm bu süreci kendi de “Harika Serüven” olarak anlatıyor.
İşe alım sürecine bakış açınızı değiştirmek zorundasınız: firmaya başvuru yapmak sizin için yeteneğinizi gösterme fırsatı olmalı! Adayların çoğu tüm bu süreci acı dolu yaşıyor ve zaman kaybı olarak görüyor; bu yüzden de çoğu zaman başarısız oluyorlar.
Tutkuya sahip olmak demek, çalışmak ve araştırmak için zaman harcamak, sevdiğiniz şeyle ilgili derin bir bilgiye sahip olmak demektir. Farkındalığı kazandıktan sonra, yeteneğinizi, işe katkı sağlayacak fikir ve çözümler getirmek için kullanın. TUTKU ter ve gözyaşından; YETENEK pratik yapmaktan ve bilgiden oluşur. Bunların hiçbiri sır değil. Sevdiğiniz sektörde istediğiniz kariyere sahip olmak yaratıcılığın ötesinde kararlılık, çok çalışmaya gönüllü olmak ve Yiğit’inki gibi iyi bir plana sahip olmakla gerçekleşebilir.Eğer Yiğit’in profiline bakarsanız, bu muhteşem başlangıçtan sonra hangi büyük isimlerin onun için savaştığına tanık olabilirsiniz. İyi başlangıçlar!
Sacha Milazzo Mercier, lüks ve moda dünyası üzerine uzmanlaşmış bir yetenek avcısı ve kariyer koçu. Universita ‘ La Sapienza’da Psikoloji lisansını ve SDA Bocconi’de İnsan Kaynakları ve Organizasyon yüksek lisansını tamamladıktan sonra Sacha, kariyerine Louis Vuitton’da İnsan Kaynakları departmanında başladı. Daha sonra lüks sektöründeki bir işe alım firmasında müdürlük yaptı. Şu anda Londra merkezli G&M Talent Management firmasının kurucu ortağı ve Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde kariyer koçluğu yapıyor, kişisel marka yaratma workshopları düzenliyor.
Sacha, Eylül ayında Moda Kariyeri'nin davetlisi olarak İstanbul'a geldi ve bizimle "Moda sektöründe kariyer planlamak" konulu bir söyleşi yaptı.
Louis Vuitton'da çalışmaya nasıl başladım
Toplamda altı sene süren Louis Vuitton serüvenim farklı şehirler, görevler, heyecan verici projeler ve mükemmel arkadaşlıklar ile taçlandı. Peki ben bu işe nasıl girdim?
2006 yılında Louis Vuitton Milano flagship mağazasında mağaza müdür yardımcılarından biri oldum. 2009'da 29 yaşımda Padova şehrine mağaza müdürü olarak atanıp Louis Vuitton Avrupa'nın en genç mağaza müdürlerinden biri oldum. 2011'de Milano'daki Güney Avrupa merkez ofisine transfer olup satın almada çalıştım. Şimdi koşturmacayla geçen neredeyse on senenin ardından, modakariyeri.com için geriye bakıp ben bu işe nasıl girmiştim diye sorup, analiz edebiliyorum.
Cevabımı merak ediyorsanız, aşağıda.
Nerede çalışıyor olduğumdan çok öğrendiklerime önem verdim
26 yaşındaydım. Bir süredir Milano'da yedi katlı La Rinascente mağazasının giriş katının bir üstündeki asma katta yönetici olarak çalışıyordum. Sabah 9'dan çoğunlukla akşam 9'a kadar süren mesaim ve iki haftada bir altı gün çalıştığım tempomun içinde, ben bir gün acaba iş değiştirebilecek miyim yoksa hayatım burada mı geçecek diye düşünmüyor değildim. Bir yandan da işimi çok seviyor ve stajımın başından beri çok şey öğreniyordum. La Rinascente bana ticari düşünceyi, kategori yönetimini ve organizasyon yapmayı öğreten yerdir. Yarısı yenilenmek için kapanmış olan katımda yirmi kişi çalışıyordu. Ondan önceki bölümüm erkek reyonunda ise kırk kişi. O yıllardaki tecrübelerimin yararını hala görüyorum. Ne kadar şaşırtıcı, Polimoda'da moda yönetimi master'ı yaparken otuz kişilik sınıfımda sadece üç kişi Rinascente'de staj yapmayı kabul etmişti. Biri bendim.
Her sabah dersime çalıştım
İş hayatı başlayınca okul hayatı biter diye düşünürüz çoğunlukla ama iş hayatı da her gün öğrenmek demektir. La Rinascente'de her sabah mağaza müdürümüz en alt kattan başlayarak yedi katı dolaşırdı. Ben staj dönemimde ikinci kattaydım. O gelene kadar depoda kaç tane gömlek olduğunu, kravatların hangi renklerinde stoğun bittiğini ve önceki günün en iyi satan markasının ne olduğunu öğrenmem ve sorduğunda hazır olmam gerekirdi. Bu rakamları ezberleye ezberleye alıştım. Her sabah bugün acaba ne soracak korkusuyla beklerken diğer taraftan hep hazır olmam gerektiğini öğrenmiştim. Bu ders Louis Vuitton'da çok işime yaramış ve mağazada en büyük kategori olan deri ürünlerinin başına geçmemde, mağaza müdürü olmamda ve ardından satın alma yapmamda etkili olmuştu. İş görüşmesinde mağaza performansını nasıl değerlendirirsin diye sorduklarında cevaplarım tabii ki hazırdı.
İş ilişkilerime çok önem verdim. Boş zamanlarımda sosyalleştim ve işimi stajın ilk gününden itibaren sahiplendim.
Kariyerim boyunca hiç CV göndermek zorunda kalmadım. İlk işimi okulum Polimoda sayesinde buldum. İkincisinde de beni buldular. Biri beni headhunter'a önermişti. Bu kişi kimdi hala bilmiyorum ama buradan ona sevgiler. Burada şu konuya değinmek istiyorum. Her sabah kahve keyfimi ve öğle yemeğimi mağazanın en üst katındaki cafede yapardım. Mağazadan çıkıp yapmam da mümkündü ama benim amacım diğer çalışanlarla aynı yerde olup sohbet edebilmekti. Her sabah mağaza müdürü, diğer kat müdürleri, insan kaynakları, satış ekibi, yeni birini tanır onlardan birşeyler öğrenirdim. Staj yaparken sadece stajyerlerle yemeğe çıkanlar. İyi düşünün.
Bir sabah bir telefon geldi. "Sizinle görüşmek istiyoruz. Bir lüks marka için eğitilmek üzere yönetici adayı arıyoruz. İlgilenir misiniz?" Bunlar kim, beni nereden buldular gibi sorular kafamda dolanırken "Tabii ki. İlgilenirim" dedim. İlk görüşmeyi yaptığımda headhunter markanın ne olduğunu henüz söylememişti. Görüşmeden birkaç gün sonra beni tekrar aradı ve beni şirkete önermeye karar verdiklerini söyledi. İşte o anda "Peki hangi marka ile görüşeceğim?" dedim. "Ha marka mı? Marka Louis Vuitton" dedi telefondaki kişi. Inanamamıştım. Tekrar ettim. "Louis Vuitton mu?"
Her görüşmede görüşeceğim kişilere göre özel hazırlık yaptım.
Peki şimdi beni ne bekliyordu? Birinci görüşmenin ardından tam dört görüşme daha bekliyordu. Toplamda üç aya yayılan tam dört görüşme. Her görüşmede bir amaç olduğunun farkındaydım. O amacı tahmin edip ona göre hazırlanmaya ve hikayemi kurgulamaya çalıştım. Bu kişiler ile ilgili bilgi topladığımı söylememe gerek yok herhalde...
1. Louis Vuitton İtalya insan kaynakları müdürü ile: Acaba şirkete uygun bir profil miydim? (Evet öyle olduğuma inanıyordum. Ben Louis Vuitton'da neyi seviyordum ve Louis Vuitton bende neyi sevebilirdi. Dersimi iyi çalıştım.)
2. Louis Vuitton'un Milano'daki iki büyük mağazasının müdürleriyle: Acaba mağaza müdürü olma potansiyelim var mıydı? (Potansiyelim olduğuna emindim. Sadece bunu kanıtlamam lazımdı. İşimi neden sevdiğimi anlatmak için iyi hazırlandım.)
3. Louis Vuitton Italya CEO'su ile: Bu görevi almaya ve Paris'e gidip son görüşmeyi yapmaya hazır mıydım? (Evet. Paris'e gitmem lazımdı. Zaten hayalim bir gün orada çalışmaktı. Daha hazır olamazdım. Bu göreve alınırsam bir yabancı olarak neler katabilirdim İtalya'ya,not ettim. )
4. Louis Vuitton Avrupa insan kaynakları müdürü ile: İşe alınırsam sadece İtalya için değil global olarak marka için yararlı bir eleman olur muydum? (Bir Türk öğrenci olarak İtalya'ya gelişimi ve işe başlama hikayemi ve aslında dünya vatandaşı olduğumu anlatmadan dönmemeliydim.)
İş arama sürecinin kendisini bir tecrübe olarak gördüm ve pozitif düşünmeye her durumda devam ettim
Ard arda gelen görüşmelerin üçünü bir şekilde geçip sıcak bir Ağustos gününde Paris'e vardığımda ilk iş olarak Louis Vuitton Champs Elysee mağazasına gitmiştim. Görüşmeyi flagship mağazasını gezmeden yapmam düşünülemezdi. İşe giremesem de bugünün bir hatırası kalsın demiştim kendime, ve en uygun fiyatlı ürünü almıştım...uzun ince bir eşarp.
Merkez ofise vardığımda kendimi yuvarlak bir masada iki kişi ile otururken buldum. Ardarda sorular ve panik içinde ben. O kadar heyecanlıydım ki...İngilizcem berbat, heyecanlandım, elime yüzüme bulaştırdım gibi düşüncelerle çıkmıştım görüşmeden. Birkaç gün sonra beklediğim telefon geldiğinde şöyle dediler "Son görüşmede biraz heyecanlıydın ama heyecanlanmış olman önem verdiğini gösterir. Seni aramızda istiyoruz. Evraklarını hazırlayalım mı?". Telefonun öbür ucunda nasıl kızardığım ve zıplamaya başladığım gözünüzde canlandı mı? La Rinascente'den ayrılmak üzücüydü ama dünyanın bir numaralı lüks markasının ekibine katılmak da çok heyecan vericiydi. Hem onca emeğin ardından, o kontratı imzalamak istiyordum.
26 yaşında, La Rinascente'de aksesuar departmanında müdür olan, on aylık oturma izni kalmış bir Türk kızını, Louis Vuitton süresiz kontratla mağaza müdürü olarak yetiştirmek üzere işe aldı. Louis Vuitton Italya'da çalışmaya başlayan ilk Türk olmuştum ve çok gururluydum. Benim ardımdan iki Türk iş arkadaşım daha oldu. Toplamda altı sene süren Louis Vuitton serüvenim farklı şehirler, görevler, heyecan verici projeler ve mükemmel arkadaşlıklar ile taçlandı. Louis Vuitton ile profesyonel ilişkim Lanvin Paris beni 2012 yılında iş değiştirmeye ikna edene kadar tutkuyla devam etti. Hala da uzaktan tutkuyla ve dostluklarımla devam ediyor.
2007 senesinden bir resimle yazımı sonlandırıyorum. Louis Vuitton yolculuk demektir. Sizin de bavullarınızı güzel tecrübelerle doldurmanızı ve kariyerinizi yarattığınız yolculuğunuzda unutulmaz anılar biriktirmenizi diliyorum.
Bir moda markasında ilk stajımı nasıl buldum?
Gucci'nin Milano'daki merkez ofisinde Global Sosyal Medya Sorumlusu olarak çalışan Yiğit Turhan moda dünyasında ilk stajını bulmasını ve sıradışı iş başvurusunu anlatıyor.
“İmkansız. Bir Türk mühendisi moda sektöründe staj yapsın diye onu aramazlar. Neden bir danışmanlık firmasına girmiyorsun? Analitik kabiliyetin çok yüksek.”
İşte 2009 yılında arkadaşlarım bana bunu söyleyip durmuştu. Milano’da ilk yılımdı ve bu şehre Bocconi Üniversitesinde iki yıllık pazarlama masterı yapmak için taşınmıştım. Amacım yaratıcı bir ortamda çalışmaktı, mümkünse lüks sektöründe, ve tabii okuldan sonra İtalya’da iş tecrübesi kazanmak. Birçok iş ilanına başvurmuştum ama moda sektöründen gelen cevaplar yalnızca red cevaplarıydı. Bu amacıma ulaşmanın tahminimden daha zor olduğunu bana hissettirdi. Ayrıca Türkiye Avrupa birliğinde olmadığı için çalışma izni problemim vardı.
Birkaç başarısız denemeden sonra, Milano’nun ünlü çok katlı mağazası Rinascente beni stajyer olarak kabul etti. Stajım Ocak ayında başlayacaktı ve bu arada yarı zamanlı satış danışmanı olarak çalışabilecektim. İlk ders: Hiçbir şeye kesin gözüyle bakmayın. Kim düşünebilirdi hazır giyim katı yerine noel döneminde oyuncak departmanında çalışacağımı?
Ailem okula gitmek yerine bir mağazada satış elemanı olarak çalıştığımı öğrendiğinde, ya derslere gitmemi ya da Türkiye’ye dönüp mühendislik yapmamı söyledi. O zamanlar ekonomik özgürlüğüm olmadığı için onların kurallarına uymam gerekliydi fakat yine de bu iki pozisyondan birini kabul etmeye niyetim yoktu. Tam zamanlı çalışan yabancı öğrencilerin bütün derslere devam zorunluluğu olmadığını öğrenmiştim. Gün içinde sekiz saat çalıştıktan sonra akşam derslere yetişmek hiç kolay değildi fakat bunu göğüslemeye hazırdım.
Fakat bir staj bulmam gerekliydi. Peki nasıl?
1. İlgi alanınıza giren küçük şirketlerin isimlerini listeleyin:
Büyük isimler telefonlarıma cevap vermiyorlardı ben de beğendiğim küçük firmaların listesini yapmaya başladım. Küçük bir şirkette çalışmanın birkaç pozisyonda birden çalışmamı sağlayacağını ve karşıma daha fazla fırsat çıkaracağını düşünmüştüm. Daha az hiyerarşi ve daha özgür bir yapı olacaktı ve bu şekilde pazarlama denemelerim için daha fazla fırsatım olabilirdi. Bütçeler büyük şirketlere göre daha küçük olacaktı fakat bu da pazarlık yapma becerimi geliştirebilirdi. Sonunda içinde beş şirket ismi yer alan bir liste yaptım.
2. Bir markayı seçin ve araştırma yapın:
Ben listemdeki beş markadan Frankie Morello’yu seçtim. Eğlenceli bir hazır giyim ve aksesuar koleksiyonu olan bir markaydı. Bu marka Harvey Nichols İstanbul’da satıldığı için daha önceden tanıyordum. Öncelikle marka hikayesi, ekip, ürünler ve strateji hakkında araştırma yaptım. Müşteri olarak Milano Corso Matteotti’deki mağazalarını ziyaret ettim ve mağaza müdürüne sorular sordum. “Daha çok turistler mi alışveriş yapıyor İtalyanlar mı?”, “Mağaza içinde özel davetler yapıyor musunuz?” “Ne sıklıkla vitrin değiştiriyorsunuz?”.
Ardından websitelerindeki herşeyi çalıştım. Üç günlük maratondan sonra artık marka hakkında çok şey öğrenmiştim. Şimdi tüm bunlarla ne yapacaktım?
3. Şirket içinde en iyi hangi bölüme uyarsınız belirleyin:
Ben moda tasarımı okumadım. Offline halka ilişkiler ilgimi çekmedi. Merchandising ne demek pek bilmiyordum ve kendimi satışta göremiyordum. Events departmanı ilginç olur diye düşündüm fakat analitik çalışmayı özleyebilirdim. Güçlü noktalarım nelerdi? Elektirik ve Elektronik mühendisliğinden mezundum, HTML kodlama öğrenmiştim. Öncesinde Koç lisesinde okudum ve İngilizce yaratıcı yazı dersleri aldım. Ayrıca Spice Girls’den Ginger spice’a adadığım bir kişisel web sitem vardı (Bunu yazmamalı mıydım? önyargılı olmayın o yıllar 90’lardı). Edindiğim bilgilere göre Dolce&Gabbana bloggerları defilelere çağırmaya başlamıştı ve sosyal medyayı marka iletişiminde etkin birşekilde kullanıyordu. Frankie Morello henüz sosyal medyada yoktu. İşte bu nedenle karar verdim. Olmayan bir pozisyona başvuracaktım.
4. Kendinizi rakiplerinize göre farklılaştırın:
Önceki denemelerim şunu göstermişti: kariyer siteleri üzerinden ya da A4 cv göndererek başvuru yapmak sonuç getirmiyordu. Rakiplerim, yani Bocconi’deki diğer yabancı öğrenciler, staj bulmak için ilk yıl boyunca CV gönderiyorlardı. Evet bazen çaresizlik yaratıcılığınızı tetikleyebilir. Kaybedecek birşeyim yoktu ve amacıma ulaşmakta kararlıydım.
Bir akşam bilgisayarımın önüne oturdum ve Frankie Morello’nun websitesinde yer alan ve iki tasarımcının nasıl tanıştığını ve köpeklerine neden Frankie Morello ismini taktıklarını gösteren karikatürü tekrar okudum. Hikaye ikisinin bir dişi köpek bulup “Bu kimin köpeği?” demeleriyle sonlanıyordu. Muhtemelen ikinci bölüm yakında yayınlanacaktı ama sabrım yoktu. Kendi versiyonumu yazmaya karar verdim: dişi köpek staj arayan “mükemmel stajyer”e aitti. 30 günlük bedava photoshop deneme programı yükledim ve mükemmel stajyerin kim olduğunu anlatan bir sunum hazırladım. Aynı gece saat sabah dört civarlarında hazırladığım slideları facebook’da yarattığım grupta paylaşmaya karar verdim: “Stajyer: Yiğit Turhan Frankie Morello’da stajyer olmayı hak ediyor”. Yaklaşık yüz arkadaşımı sayfayı beğenmeye davet ettim ve uyumaya gittim.
5. Fırsat kapıyı çalınca ne söyleyecekseniz, önceden hazırlayın:
Akademik ve profesyonel geçmişimi farklı bir şekilde anlatan bu komik sayfaları hazırlamakla meşgulken beni ararlarsa ne diyeceğim sorusuna da cevap arıyordum. Frankie Morello için birçok fikrim vardı, mağaza vitrinlerinden, ürün paketlerine ve online pazarlamaya kadar. Ertesi gün sadece sabah dersim vardı. Öğlen yemeğini atlayıp kütüphanede fikirlerimi yazmaya başladım. Her biri ile ilgili KPI’ları ve stratejilerin nasıl birbiriyle bağlandığını yazdım. Beni ararlarsa hazırdım.
6. Unutmayın her strateji her şirkete uymaz:
Bu hikayeyi öğrencilerle paylaştığımda hep aynı soruyla karşılaşıyorum “Bunu her marka için yapabilir miyim?”. Bu sorunun tam bir cevabı olmamakla beraber büyük ve daha hiyerarşik bir şirkette böyle bir yönteme başvurmazdım. Frankie Morello DNA’sında ironi ve alay olan eğlenceli bir markaydı. Hazırladığım proje onların vizyonuna uygundu fakat rakipleri ile örtüşmeyebilirdi. Çalışmak istediğiniz markanın ilgisini çekebilmenin tek yolu onlara bu pozisyon için çok uygun olduğunuzu ve markalarıyla ilgili tutkulu olduğunuzu göstermektir. Bir başka iş görüşmesinden önce görüşeceğim markanın hikayesini anlatan 300 sayfalık bir kitap okuduğumu hatırlıyorum. Uykusuz kalmıştım ama görüşmeye sadece iki gün vardı. İşe yaradı mı? Evet kesinlikle. Araştırma yapmanız önem verdiğinizi gösterir.
7. Geçmişinizi hiçbir zaman küçük görmeyin:
Arkadaşlarım mühendislik geçmişimin moda sektöründe iş ararken bir dezavantaj olacağını söylemişti ama sonunda böyle olmadı. Frankie Morello’da fazlasıyla HTML kodlaması yaptım ve bu mühendislik geçmişimle yaratıcılığımı birleştirmemi sağlamanın dışında kendime bir fırsat yaratmamı sağladı.
8. Tutkunuzun peşinden gidin:
Sıradan görünebilir ama alabileceğiniz en iyi tavsiye budur. Tutkulu olduğunuz bir şeyi yaparken kendinizi ona adamanızın dışında iş arkadaşlarınıza da ilham olursunuz. Frankie Morello üç gün sonra beni aradı ve konuşmamız şu şekilde gelişti:
"Alo, Yigit Turhan?Bu sabah Facebook’da projenizi gördük ve çok heyecanlandık. Teşekkürler. Biraz deli olduğunuzu düşünmüş olabiliriz ama sorun değil. Haftaya Çarşamba merkezimizde görüşmek istiyoruz.”
9. Görüşmeye giderken yanınızda Nutellotta götürmeyin:
Kaybedeceğim birşey olmadığından ve zaten deli olduğum düşünüldüğünden, Napoli’de öğrendiğim içinde Nutella ve krema olan birkaç katlı Nutellotta kekini pişirmeye karar verdim. Tasarımcılardan biri Napoli’dendi ve Milano’da yaşayan bir Türk öğrencinin yaptığı bu keki memnuniyetle karşılayacağını düşünmüştüm. Koridora geldiklerinde aramızda geçen konuşmayı hiç unutmayacağım:
“Selam, proje için teşekkürler. Çok ilgi..hey o ne?”
"Bu sabah pişirdiğim Nutellotta. Markanız için birçok fikirle geldim ve iş görüşmesi sırasında keki yiyip tartışabileceğimizi düşündüm” Bu sırada onlara çizimlerle dolu kalın defterimi gösteriyordum.
"Dinle. Bu bir iş görüşmesi değil. Markamıza karşı çok tutkulusun ve seni burda istiyoruz. Fakat, sen mühendissin sana ne yaptırabiliriz burda henüz anlayamadık.”
Bu sorunun geleceğini biliyordum ve cevabım çoktan hazırdı. Ertesi gün ufak odamda sosyal medya kanallarından ve dijital halka ilişkilerden sorumlu olarak çalışmaya başladım.
Peki ya siz bir işe girmek için hiç sıradışı birşey yaptınız mı?
Yiğit aynı zamanda bir yazar. Okuyanus'dan çıkan ilk kitabı Kadük'ü tanımak ve satın almak için tıklayın.
http://www.okuyanus.com.tr/kitap/kaduk/