Jeanne LANVIN (1867-1946)
Günümüzde en uzun süredir aralıksız olarak aktif olan modaevi olmasıyla anılan Lanvin'in kurucusu Jeanne Lanvin hakkındaki belki de en dikkate şayan bilgi, hayatı hakkında ne kadar az bilgiye sahip olduğumuzdur. Jeanne Lanvin'in hayatı, moda dünyası ve iş hayatı konusundaki sıradışı öngörüsü ile anılmış, mahremi ise mahrem kalmıştı.
Babası gazeteci olan Jeanne, 10 çocuğun en büyüğüydü. Zekası genç yaştan kendini belli ediyor olsa da, o dönemde kızlar için pek fazla kariyer imkanı olmadığından, o da 13 yaşındayken bir terzinin getir-götür işleriyle ilgilenmek üzere işe girdi. Ergenlik yıllarında bir şapkacının çırağı olarak, sonra da bir terzinin yamağı olarak çalıştı.
Kendisini kısa bir süre arayla takip edecek olan Coco Chanel gibi Jeanne Lanvin de, henüz 18 yaşındayken ilk olarak bir şapka dükkanı açmıştı. Ancak ilk işletmesini zengin sevgililerinin sponsorluğunda başlatan Chanel'in aksine, Lanvin, kendi birikimleriyle mütevazi bir dükkan ile işe başlamıştı. Jeanne Lanvin'i Coco Chanel'le yan yana koyarak incelemek, bu birbirinden son derece farklı karakterde olan iki kadının seçtiği, aşağı yukarı aynı dönemde moda sektöründe başarıya ulaşan iki farklı yolu daha belirgin şekilde görmemize yarar. Lanvin'in bir şapka dükkanından modaevi olmaya geçişi 1909'da, Chanel'inki ise 1913'te olmuştu. Coco Chanel, özel hayatında birbirini izleyen skandallarla kendinden bahsettirerek ününe ün katıp yükselirken, Jeanne Lanvin, henüz moda sektörü oluşmaktayken kafasında tasarladığı bir moda işletmesi modelini takip ederek başarılı olmuştu.
Jeanne Lanvin, Henri Emilio Georges Di Pietro adında bir İtalyan soylusuyla, dönem şartlarında kısa sayılacak bir evlilik yaşamıştı. Evlendikten iki sene sonra doğan kızı Margueritte 6 yaşındayken sonlanan birliktelik, Lanvin'in kariyerini yavaşlatmaktan ziyade, moda dünyasında kendine has bir yer edinmesini sağlayacak olan biricik varlığını ona katmıştı. Daha kızı küçükken birbirinin tıpkısı anne-kız elbiseleri dikmeye başlayan ve bunu markasına da uygulayan Lanvin, bu yolla büyük ilgi çekmiş ve bütün rakipleri arasından sıyrılmıştı. İlk parümü Arpege'in adını da kızının piyano derslerindeki alıştırmalarından alarak koymuştu; bu parfümün şişesini hala kızının üzerine doğru eğilmiş bir anne figürü süsler. Bu logo, Lanvin'in bir balo öncesi kızıyla dans ederken çekilmiş fotoğrafından uyarlanarak tasarlanmıştır. Güçlü bir anne-kız ilişkisinin üzerine kurulan markanın mirası da bunu kanıtlar şekilde olmuş, büyüdüğünde opera şarkıcısı olan Margueritte, annesinin 79 yaşında vefatından sonra markanın başına geçmişti.
Tasarımcının kariyerine şapkacılıkla başladığı bilinir, ancak daha az bilinen bir yeteneği daha vardı: oyuncak bebekler. Kariyerinin başlarında oyuncak bebekler yapıp satmış olan Lanvin, daha sonraları bunu tasarım kariyerinin en karlı girişimiyle birleştirmişti. Kariyerinin en büyük siparişlerinden biri, 190'larda Kraliçe Elizabeth'ten gelen, kızları prensez Elizabeth ve prenses Margaret için parti elbisesi talebi olacaktı. Lanvin, elbiseleri, tıpatıp giyinmiş olan birer oyuncak bebekle birlikte yollamıştı. Bu jest, anne-kız elbiseleriyle birlikte bir gelenek haline dönüşmüştü.
Jeanne Lanvin'in moda dünyasındaki yerini sağlamlaştırması, 1920'li yıllara denk gelir. Bu yıllarda ise modanın iki farklı ana akımı vardı. Bunlardan birincisi, günümüzde “flapper'lar” olarak hatırladığımız, saçların, eteklerin kısaldığı, süslemenin azaldığı ve sadeleştiği, vücut şekillerinin ise alabildiğine genç ve androjen kılındığı “la garçonne” akımıydı. Bir diğeri ise, bu denli belirgin değişikliklere sebep olmadığından daha az hatırlanan, ancak toplumun alışageldiği güzellik algılarına daha uyumlu olduğundan daha çok kullanılan "romantik" akımdı. Jeanne Lanvin, bunlardan ikincisine dahil görülüyordu, çünkü tasarımlarını işlemelerle bezemeyi hiçbir zaman bırakmamış, kadınlara kendilerini güzel ve feminen hissettirecek giysiler sunmayı tercih etmişti. Bu dönemde Lanvin'in gece kıyafetleri büyük üne kavuştmuştu; “Art deco” tarzda süslemeleri, uzun etekleri ve kayık yakalarıyla bu elbiseler Lanvin tasarımını diğerlerinden ayırıyordu, ve şatafatlı gece hayatına hakimiyetleri uzun süre devam edecekti.
Elbette bu romantik-garçonne akımları birbirinden taban tabana zıt, ayrı dünyaların modaları değildi, örneğin flapper tarzının en önemli sembollerinden bir olarak hatırlanan “cloche” (çan) şapkalar, Lanvin'in elinden çıkmaydı! 1930'lu yıllarda moda kendini romantik akıma teslim ettiğinde Lanvin, yarışı önde götürüyordu.
Lanvin'in her sezon sunduğu koleksiyonlar, alışık olduğumuz üzere tek bir konsept veya tek bir çizgiyi izlemezdi. Müşterilerinin seçmesi için her sezon bolca çeşit sunmaya özen gösteren tasarımcı, her koleksiyonda 200'e yakın tasarım çıkartırdı. Markasının imzası ise başka özelliklerde yaşıyordu: örneğin, kendisi lame kumaş kullanan ilk tasarımcıydı. Daha sonra markanın baş tasarımcısı olan Alber Elbaz'ın da favorisi olmasıyla bu imza uzun süre görünürlüğünü koruyacaktı.
Bunun dışında, Orta Çağ ve Rönesans sanatıyla Antik Mısır'a düşkün olan tasarımcı, markayla eş anlamlı hale gelecek, yumuşak fakat parlak bir mavi tonu ortaya çıkartmıştı.Lanvin mavisi giysilerde olduğu kadar dekorasyonda da kullanılmıştı.
Lanvin, şapkacılıktan kadın giyimine geçmekle ve çocuk giyimine atılan ilk tasarımcı olmakla kalmamış, kendi parfümlerini çıkarmakta da durmamıştı. Kız çocuklarından sonra oğlan çocuklarının giyimine, daha sonra erkek giyime ulaşan marka, gelinlik ve ev ürünleri de üretmiş, müşterisinin hayatının her alanına, ailenin her ferdine ulaşmıştı.
Lanvin'i çağdaşlarından ayıran ve markayı günümüze kadar getiren, Jeanne Lanvin'in her zaman bir sonraki adımı tasarlayarak öngörülü yatırımlar yapan bir iş kadını olmasıydı. Henüz moda sektörü günümüzdeki halini almamışken, ne olacağına ve ne olmasını istediğine dair net ve yenilikçi fikirleri olan Lanvin'in aldığı her karar, etkisini 2016'da gösterecek denli uzun solukluydu. Kendisiyle aynı dönemde yaşayan ve daima şatafatlı ve magazin sayfalarına layık hayatlarıyla kendilerinden bahsettiren Chanel ve Poiret'nin aksine Lanvin'in hikayesine baktığımızda yaşamının merkezine yerleştirdiği iki değer görüyoruz: markası ve ailesi, ki bu ikisini iş-aile ayrımıyla birbirinden ayırmak yerine, anneliğini işinin merkezine koyarak kendisine moda dünyasında en önden bir yer ayırtmıştı.
Yazar: Eda Çakmak
“Eda Çakmak ,Yeditepe Üniversitesi’nde Antropoloji ve Psikoloji dallarında çift anadal yaparken yazdığı tez ile toplumsal kimlik ile giyimin ilişkisi üzerine düşünmeye başlamıştır. Bu düşüncenin peşini bırakmayıp, Fulbright bursunu kazanarak New York’ta Parsons The New School For Design’da Fashion Studies yüksek lisansını tamamlamıştır. Şimdilerde moda kültürü, moda haberleri, beden ve güzellik algıları hakkındaki yazılarını www.komodaejderi.com ‘da yayınlamaktadır.”