2014'te, New York'un MET Müzesinde düzenlenen Charles James- Beyond Fashion sergisinin küratörleri, sergiyi hazırlarken mimarlarla çalışmışlardı, çünkü New York'ta çalışmış olan tek değilse en ünlü couturier olan Charles James, kumaşla çalışan bir mimar olarak anılıyordu. Bu mimarlar, sergide küratörlere, serginin seyircisine Charles James'in sıradışı, matematiksel ancak bir o kadar da masalsı estetiğinin arkasındaki dinamiği, tasarım sürecini aktarabilmek için yardımcı olacaklar, bunu da tek başlarına dimdik durarak odanın hakimiyetini ele geçiren elbiselerin yanlarına yerleştirilen 3 boyutlu görsellerle başaracaklardı. James'in tasarımı, mimari olarak algılanıyordu çünkü insan gövdesini tasarımının merkezine almak yerine, onu sadece bir referans noktası olarak kullanıyor ve hayalindeki şekli, bedenin etrafına inşa ediyordu.
Amerikan moda tarihinin önemli figürlerinden olan James, asker babasının memleketi olan İngiltere'de doğup büyümüş, eğitimini tamamladıktan (daha ziyade sanatçı çevrelerle haşır neşir olmasından haz etmeyen babası tarafından okuldan alındıktan) sonra annesinin memleketi olan Şikago'ya taşınmışlardı. Kısa süre sonra, 19 yaşındaki Charles ilk şapkacı dükkanını açmıştı. Kendine ve yeteneğine inananlardan aldığı borçlarla oradan oraya sıçramak üzerine edineceği ünün temelini çoktan atan genç tasarımcı, Şikago'da 3 adet dükkan değiştirdikten sonra 22 yaşında New York'a taşınarak elbise tasarlamaya başlamıştı.
2 sene içerisinde “taksi” elbisesi olarak hatırlanan, “wrap-dress” olarak bildiğimiz, gövdeye sarılıp tutturularak giyilen elbiselerin ilkini üretmişti. Bu elbiseye, bir taksinin arka koltuğunda bile giyilebilecek olmasının kolaylığından ötürü bu lakap takılmıştı. Schiaparelli'yle birlikte fermuarın tasarımda kullanılmasının öncülerinden olan James'in bu ünlü tasarımı, köprücük kemiğinden kalçaya, çaprazlama gövdeyi saran bir fermuarla tutturulmuştu.
James, 1930'ları New York, Londra, Paris ve Şikago arasında gidip gelerek geçirmişti. Londra'da aristokratları giydiriyor, Amerika'da tasarımlarıyla film yıldızlarının bedenlerini sarıyor, Paris'te dönemin entellektüelleriyle zaman geçiriyordu. Her koldan sanat dünyasının ve aristokrasinin göbeğindeydi. Bu, sadece çevresiyle kalmıyor, tasarımları da birer sanat ürünü kabul ediliyorlardı. 1937'de Paris'te ilk defilesini yaptığında kendini kanıtlamış, hala moda dünyasının gözdelerinden olan ve James'in ilham kaynaklarından Paul Poiret, onu kendi tahtının varisi ilan etmişti.
James, 1929'da, temelli olarak New York'a döndü. Kısa bir süre Elizabeth Arden için çalıştıktan sonra, 1945'te Madison Avenue'da kendi atölyesini ve salonunu açacak üne sahipti. Charles James, bir “couturier” olarak çalışıyordu, yani özgün elbiseler, kişinin ölçülerine göre yapılıyordu. Kendisinden başka sadece iki tane “Amerikalı couturier” vardı, bunlardan biri Paris'te çalışan bir Şikagolu, diğeri de New York'ta bir Rus'tu. İkisinin de James'le yarışacak hali yoktu.
James'in balo elbiseleri, 1900'lü yılların ortalarına yaklaşırken modern estetiğin içerisinden 1800'lü yılların saraylarını anımsatan bir ihitişama sahiptiler. Tasarımcının en büyük cazibesi de buradaydı. İnşa konusundaki dehasıyla kadın bedenini alıyor, ve onu elbiselerinin içerisinde heykelsi bir mükemmeliyete eriştiriyordu. Moda dünyasının akışına inat bir duruşu da vardı, yeni şekiller ve formlarla kendini yenilemekten ziyade, gözbebeği olan birkaç temeli tekrar tekrar keşfediyordu. Bu huyuyla aslında, Paris couture'ünün babası sayılan bir başka İngiliz'i, Charles Frederick Worth'ü hatırlatır, zira onun da koleksiyonları, kendi aralarında değiştirilebilen birkaç kalıptan oluşuyor, değişen ise üzerlerindeki muhteşem süslemeler oluyordu.
1950'lerde yaratıcılığının doruğunda olan tasarımcı, kendi gözünde kariyerinin zirvesine 1953'te yarattığı, “dört yapraklı yonca” olarak bilinen elbisesiyle varmıştı. Bu elbisenin eteği, gerçekten dört bombe şeklinde dökülüyor, ve bir yoncanın yapraklarını andırıyordu. Bu elbise, James'in modanın heykeltraşı, mimarı, mühendisi olarak anılmasına sebep olan yeteneklerinin toplamının ürünüydü. Bu başarısını takip eden iki senede, benzer şekilde unutulmaz birçok model çıkartmıştı: “butterfly”(kelebek), “tree”(ağaç), “swan”(kuğu) elbiseleri, ve bunların aksine, vücudu saran “diamond”(elmas) elbisesi.
James'in en iyi hatırlanan tasarımları, balo elbiselerinin ihtişamı olsa da, dış giyim inşası konusunda da ustaydı. Şimdi New York'un acımasız soğuğunun olmazsa olmazı olan pofuduk ceketlerin mucidi de aslında James'ti. Straples elbisenin icadı başlığının adı altında da Charles James yazar.
Charles James hakkında anlatılanların merkezinde ilk olarak her konuşanın hayran olduğu tasarımları varsa, ikinci olarak anlatılan hikayelere sığmayarak taşan kişiliği yer alır. Nereye gitse büyük bir drama taşıdığı açıktır: gençliğinden itibaren nereye gitse, hikayeleri ünlü isimlerle doludur. Daha okuldaki zamanlarında en çok fotoğrafçılığı ve kostüm tasarımları için hatırlanan Cecil Beaton'la arkadaşlığı (ve belki daha fazlası), Paris'te yaşarken sevdiği oğlan yüzünden kendini asmaya kalkıştığında onu indirenin yazar Jean Cocteau olması... Bir de öyle bir hikayesi var ki, bu hikayenin aslını adı geçen üç kişi dışında hiç kimse bilmiyor: New York'tayken evli bir adamla ilişkisi olduğu, bu adamın Nancy adında bir karısının olduğu oldukça bilinen bir gerçekken, James herkesi şaşırtarak Nancy'yle evleniyor!
Kendisiyle ilgili hikayeler bol olsa da, tanıyanların hepsinin anlaşabileceği konu, en hafif tabiriyle pek de dakik olmadığı... Randevularına geç kalıyor, elbiselerini geç teslim ediyor, gerçi çoğu zaman müşterileri bir Charles James tasarımına sahip olmanın her şeye değdiği kanısında olsalar da... Parayla da pek dikkatli olmadığı da oldukça belli... Ancak Met'teki serginin küratörlerinden Koda, onun sonunu getirenin işini paylaşamaması, yani hayata sığmayan boyuttaki egosu olduğunu düşünüyor: “Eğer Charles James'ten başkası Charles James tasarımı yapacağım dese, beyni patlardı”.
Kıtalar arası ününe rağmen, dönemin getirdiği ekonomik dönüşüme ve sektörel taleplere uyum sağlayamayan tasarımcı, 1958'de atölyesini kapatmak zorunda kalsa da, üretmeyi asla bırakmamıştı. Yaşamının son 14 yılında, New York'un talihi sönen sanatçılarının yuvası olan Chelsea Oteli'nde yaşadı, ve ölene kadar buradan sadık müşterilerine hizmet vermeye devam etti. James, savaş yıllarına, yani Paris'le göbek bağları zorunlu olarak kesilene kadar kendi moda dünyalarına sahip olamayan, dolayısıyla Paris'in couture dünyasını deneyimleyemeyen New York sosyetesinin couturier'si olmuştu, ve artık kendine ait sayfalara yazılmakta olan Amerikan moda tarihine, unutulmaz birçok tasarımla adını yazdırdı.
Yazar: Eda Çakmak
“Eda Çakmak ,Yeditepe Üniversitesi’nde Antropoloji ve Psikoloji dallarında çift anadal yaparken yazdığı tez ile toplumsal kimlik ile giyimin ilişkisi üzerine düşünmeye başlamıştır. Bu düşüncenin peşini bırakmayıp, Fulbright bursunu kazanarak New York’ta Parsons The New School For Design’da Fashion Studies yüksek lisansını tamamlamıştır. Şimdilerde moda kültürü, moda haberleri, beden ve güzellik algıları hakkındaki yazılarını www.komodaejderi.com ‘da yayınlamaktadır.”