Paul Poiret, adı günümüzde pek anılmasa da, moda tarihinden bahsedilirken asla atlanamayacak biri isimdir. Aslında biraz, moda tarihinin yaramaz çocuğu gibidir. Büyük bir şatafatla yaşamış, sefalet içinde ölmüştür. Kişiliği, kimi zaman dahiyane, kimi zaman gülünç olsa da, daima girdiği her odayı dolduracak niteliğini kendinden bahseden kitapların sayfalarından taşarak hissettirir.
1889 doğumlu Paul Poiret, küçükken bir şemsiye üreticisinin yanına çırak olarak verilmişti. Daha o dönemden modaya ve şatafata düşkün olan Poiret, işinin sadece büyük alışveriş merkezlerine getir-götür işleri yaptığı zamanlarını sevdiğini söyler.
Ergenlik yıllarında boş zamanlarında yaptığı moda çizimlerini çeşitli tasarımcılara satmayabaşlamıştı. Bu şekilde o dönemin ünlü tasarımcılarından Doucet’in yanında bir iş kapmayı başarmıştı. Ancak Poiret’nin muzır kişiliği, daha o zamandan başını belaya sokmaya başlamıştı: Poiret, müşterileriyle biraz fazla haşır neşirdi! Ancak Doucet’in yanından ayrılmasına sebep olan bu değildi: anlaşması gereği bütün üretimleri Doucet’in markasına ait olmasına rağmen, sevgilisi olan aktrisin dolabını tasarlayarak, telif haklarını ihlal etmişti!
Daha sonra, “haute couture’ün babası” sayılan Charles Frederick Worth’ün vefatından sonra markasını yönetmekte olan oğullarının yanında işe girmişti. Worth'ün oğulları arasından iş yönetiminden sorumlu olan Gaston, artık soyluların da sokağa inip halkın arasında dolaştığını fark etmişti, ve günlük kullanıma uygun, pratik kıyafetler üretmenin bir gereklilik olduğunu düşünüyordu. Ancak babasına daha yakın bir şekilde sosyal anlamda geleneklere bağlı, elit müşterilerle çalışmaya alışkın olan Jean-Philippe, bunu “truffle dışında bir şey satmayacak kadar lüks bir restoranın patates kızartması satması için ayrı bir kısım açması gibi” adledip, bu tür tasarımları üretmeyi reddediyordu. Bunun için, günümüzdeki büyük moda evlerinin “high fashion” üretimlerinin yanında açtıkları, nispeten daha ulaşılabilir bir kısım açıp (Miuccia Prada’nın Miu Miu’su, veya Marc Jacobs’un Marc by Marc Jacobs’u gibi), yenilikçi tasarımları olan genç Poiret’yi bu tasarımlardan sorumlu olarak işe almışlardı. Poiret, iki yıl süren bu ortaklığı ilerleyen yıllarda “patates kızartıcısı olarak geçirdiğim yıllar” diye gülerek anlatacaktı. Bu ortaklık kısa sürse de, Poiret’nin Paris modasına modernliği getiren tasarımcı olarak ününü inşa etmişti.
Poiret 1903’te kendi modaevini açtığında kısa zamanda şaşaalı vitrin tasarımlarıyla herkesin dikkatini çekmişti. 1905’te başarılı bir tekstil üreticisinin kızı olan Denise Boulet ile yaptığı evlilik, kendisine giysilerini tanıtması için en uygun modeli sunacaktı. Kendisi gibi maceracı bir kişiliğe sahip genç ve modern bir kadın olan Denise, Poiret’ye sorulabilecek bir “kimin için tasarlıyorsunuz” sorusunun can bulmuş hali gibiydi. Ve o noktadan sonra kendisinin ilham perisi olduğundan, gerçekten tasarladıkları onun için olacak, onun bedeninde can bulacaktı.
Poiret’nin tasarımları, dönemin çeşitli yerlerinde korseler, yastıklar, iskeletler gerektiren genel giyim şeklinden belirgin şekilde farklıydı. Kabarık etekler yerine daha düz, aşağı doğru daralarak inen bol etekleri varı ve üst kısmı korsenin içinde kaskatı durmak yerine daha bol bir şekilde göğsü sararak dökümlü duruyordu. Ancak bu hareketli görünüm sadece bir ilüzyondu, çünkü bu sefer de bu dar eteğin duruşunu sabitlemek içeriden destek gerektiriyordu ve bir başkasının (hizmetçinin) yardımı olmadan tutturmak mümkün değildi; yani sonuç olarak o kadar da rahat bir giyim söz konusu değildi. Poiret’nin bu konu hakkında “kadınları korselerden kurtardım ama ayak bileklerinden kıstırdım” demiştir. Aslında Poiret, bu sözüyle de yaramaz kişiliğini konuşturmaktadır çünkü, bir kahraman misali kadınları tek başına korselerin baskısından kurtardığını iddia ettiği dönemde, birçok başka tasarımcı korsesiz giyilmek üzere tasarımlar yapmaktadır.
Poiret’nin belki de moda dünyasına en büyük katkısı, tasarımlarını tanıtmak için kullandığı yöntemlerdeydi. Satılan şeyin sadece bir ürün değil, bir fikir, bir rüya olduğu anlayışıyla hareket ediyordu. İlüstratörlerle birlikte çalışarak tasarımlarının resmedildiği kataloglar çıkartmış, bunlarda arka planlarındaki dekoru manipüle ederek onları bir duygunun içerisine yerleştirmişti. Kariyerinin belki en çok hatırlanan noktası, Rus Balesinin oynamakta olduğu Şehrazat'tan esinlenerek yarattığı koleksiyondu. Bu koleksiyonun tanıtımı kapsamında ise, tadilatını yaparak kullandığı onsekizinci yüzyıldan kalma muhteşem malikanenin bahçesinde, şatafatlı bir parti düzenlemişti. Adı, Bin Bir Gece masallarına ithafen “Bin İkinci Gece” olan bu partinin kapısından kostümsüz girilmiyor, hazırlıksız gelenler, kapıda sunulan kostümlere bürünüyorlardı.
Tasarımcı, farklı kültürlerden referansları tasarımlarının içine yerleştirmekte ustaydı. Uzakdoğu, OrtaDoğu, Hindistan, Doğu ve Orta Avrupa kültürlerinden, avant-garde resim akımından, tiyatro ve batılı moda tarihinden öğeler ödünç alıyordu. Ödünç aldığı kültürlere saygıyı pek fazla gözetmediğinden günümüzde olsa pek hoş karşılanmayacak bu ödünç almalar, o dönemde ulaşılması imkansız görünen, hayali memleketlere bir kapı açarak, batılı toplumun kendi içerisindeki katı tavrına kafa tutmak için bir araç görevi görüyordu. O dönemde henüz bir kadının pantolon giymesi akla hayale sığmaz bir şeyken, hiçbir saygıdeğer müessese pantolon giyen bir kadını bünyesine kabul etmezken Poiret, şalvar ilhamını kullanarak kadına pantolon giydirmiş, hem o yabancı kültür referansının yarattığı boşluğa, hem de şalvarın etekle pantolon arası duruşunun ilüzyonuna sığınmıştı.
Poiret'nin sonunu getiren, son derece yenilikçi bir tasarımcı olmasına rağmen, iş dünyasındaki değişikliklere adapte olamamasıydı. II. Dünya Savaşından sonra, müşteri kitlesinin genişlemesine, ve tüketicinin daha ulaşılabilir ürünler talep etmesini kabullenememiş, alışık olduğu elit müşteri kitlesinin geri dönmesini nafile beklemiştir. Tasarımlarının taklitlerinin yapıldığını fark ettiğinde, çağdaşı olan Chanel gibi daha uygun fiyatlı alternatifler sunarak taklitlerin cazibesini yitirmesine sebep olmak yerine, yel değirmenlerine meydan okuyan Don Kişot misali, gelişen ve hızlanan moda sektörünü durdurmaya çalışmıştır.
Poiret'yi moda tarihinde anılmaya dair bir isim yapan ise, modayı bir düş, bir hayal olarak satmayı başarması olmuştur. Terzilik yetenekleri sıradışı sayılamayacak olsa da Poiret, çeşitli kültürel referanslara hakimiyeti ve sunumlarında kullandığı yaratıcı yaklaşımlar sayesinde tasarımlarının etrafında yarattığı duygu dünyasıyla onları sıradışı kılmayı başarmıştır. Poiret, tasarımlarını giyenleri sadece bir lüks hissiyatıyla sarıp sarmalamakla kalmamış, onları uzak diyarlara, bir düşler ülkesine taşımış, sadece bu tasarımları giyenlerin parçası olabileceği bir masallar diyarı inşa etmiştir.
Yazar: Eda Çakmak
“Eda Çakmak ,Yeditepe Üniversitesi’nde Antropoloji ve Psikoloji dallarında çift anadal yaparken yazdığı tez ile toplumsal kimlik ile giyimin ilişkisi üzerine düşünmeye başlamıştır. Bu düşüncenin peşini bırakmayıp, Fulbright bursunu kazanarak New York’ta Parsons The New School For Design’da Fashion Studies yüksek lisansını tamamlamıştır. Şimdilerde moda kültürü, moda haberleri, beden ve güzellik algıları hakkındaki yazılarını www.komodaejderi.com ‘da yayınlamaktadır.”