Orsola de Castro’yla Omuz Omuza Modayı Onarmak

Dünyanın en yaygın moda aktivizmi hareketi olan Fashion Revolution’ın kurucularından Orsola de Castro ateşli bir aktivist. Konuşurken ses tonunun yükselip alçalışları, beden dilinin canlılığı ve bazı sözcükleri üstüne basa basa söyleyişi içinin kıpır kıpır olmasıyla ilgili. Bu coşkulu halinin, toplumda değişim yaratma isteği ve inancına bağlı olduğunu düşünüyorum. Hem sözünü ettiğim bir liderlik vasfı değil. Anlatımında “Hadi gel koluma gir; hep beraber dünyayı dönüştüreceğiz,” tavrı seziliyor.

De Castro’nun dayanışmacı ve mücadeleci ruhu, kısa süre önce yayımlanan Loved Clothes Last: The Joy of Repairing, Rewearing and Caring for Your Clothes adlı kitabında da kendini gösteriyor. Ona kulak verdiğinizde moda sistemini değiştirmek için harekete geçmeniz an meselesi.

 

 

 

Sizi bu kitabı yazmaya iten ne oldu? İnsanlara modayı deneyimlemenin ve giysileri sevmenin başka yolları olabileceğini mi göstermek istediniz?

Evet, tam olarak bunu yapmak istedim. Bir edebiyat ajanı Instagram’dan benimle iletişime geçip giysilerin onarımı hakkında bir kitap yazmaya sıcak bakıp bakmadığımı sorana dek bu konu hiç aklımda yoktu. Doğrusunu isterseniz onarma konusunda çok da kötüyüm. Bu yüzden ona nasıl onarım yapılacağını değil de, neden onarım yapılması gerektiğini anlatan ve bunu gerekçelendiren bir kitap yazmayı önerdim. İşte her şey böyle başladı. Sürdürülebilir modayla değil, modayla ilgili bir kitap olmasını istedim. Benim için moda, giydiklerimizden çok daha büyük bir mesele. Moda, tarih demektir; miras demektir. Feminizmle, ırkçılıkla ve sömürüyle ilişkilidir.

 

Giysilerin onarımının nasıl yapılacağının yerine, neden yapılması gerektiğini anlattığınızı söylediniz. Bununla beraber moda endüstrisinin işleyişindeki aksaklıkları ve sömürü düzenini de ele aldınız mı?

Elbette. Kitap daha ziyade sistemin onarımı üzerine. Her bölüm giysilerin onarımı, bakımı ve yıkanması hakkında tavsiyeler içeriyor. Kitabın ikinci kısmıysa tamamen politika, aktivizm ve çevrecilik temalarının etrafında dönüyor. Herkes oturup giydiklerini onaramaz. Kimileri belediyeyle beraber lobi faaliyeti yürüterek, yaşadığı yerde onarım tesisleri oluşturabilir. Kimileri çocuğunun okulundakilerle konuşarak, öğrencilerin kıyafetlerini onarmayı öğrenmelerini sağlayabilir. Dolayısıyla konu, sizin jean’inize ne yapabileceğinizle değil, toplum olarak herkesin jean’ine ne yapabileceğimizle ilgili.

 

Öyleyse bireyseldense kolektif bir eylemden söz ediyorsunuz.

Bence bireysel olanı keşfettikten sonra kolektife varıyoruz. Yani önce kendimizle başlayıp ardından müşterek sorunlara doğru hareket ediyoruz.

Orsola de castro

Kitabınızda otobiyografik öğeler de var. Biraz onlardan bahseder misiniz?

Kitabı yazmaya başladığımda ailem ve tasarımcılık kariyerimle ilgili bölümler kendiliğinden ortaya çıktı. Bunların sadece ilk taslakta yer alacağını, editörüm okuyunca hepsinin çıkarılacağını düşünmüştüm. Gelin görün ki hiç öyle olmadı. Sonunda kişisel yolculuğumun insanlar için daha ilgi çekici olacağına inandım. Çünkü yolculuğum pek o kadar politik değil. Tasarımcılıktan aktivistliğe uzanan yolu yavaş yavaş aldım. Günün birinde gözünü açıp dünyayı değiştirmeye karar verenlerden değilim.

 

Bireysel düzlemde giysilere yaklaşımınızı değiştiren bir dönüm noktası oldu mu? Yıllar içinde giysilerle kurduğunuz ilişki değişti mi?

Hiç değişmedi. Sabahtan akşama kadar kıyafetler üzerine konuşabilirim. Onlara bayılıyorum. Oldum olası kıyafetleri kesip biçmeyi ve değiştirmeyi severim. Kuzenlerim, en yakın arkadaşım, kızlarım ve oğlumla kıyafet değiş tokuş etmek çok hoşuma gidiyor.

 

Kitabınızda ailenizin bir Noel geleneğini anlatıyorsunuz. Anneniz ve teyzenizin öncülük ettiği bu geleneğe göre, Noel alışverişi yerine Noel takası yapıyordunuz. Aktivistliğinizi ailenizdeki kadınlardan mı aldınız acaba?

Yüzde yüz. Elbette onlar bunu aktivizm bilinciyle yapmıyorlardı. Yine de her açıdan onların bir mahsulü olduğumu düşünüyorum. Venedikli atalarım, 15. yüzyılda Venedik’e geldiklerinde ipek taciri olarak çalışmışlar. Teyzem terziydi; annem giysileri söküp yeniden dikerdi; anneannem tığ işi örerdi. Sahip olduğumuz giysileri ve aksesuarları birbirimize verdiğimiz Noel takasımız çok meşhurdu. Yalnız misafirimiz olduğunda ve onlar hediyelerin ikinci el olduğunu fark ettiklerinde bizim deli olduğumuzu düşünürlerdi.

 

Aile yadigârları gençken de cazip geliyor muydu size? Genellikle gençliğimizde yeni giysiler giymeye ve son modayı takip etmeye daha çok önem veririz.

Anne tarafım pek çok açıdan oldukça eksantrik ve orijinal. Onun için yetiştirilme tarzım hiç geleneksel değildi. Mesela gıcır gıcır bir Barbie bebeğim olmadı hiç. Canım yeni bir Barbie çekmişti elbette. Çekmez olur mu? Ancak farklı yetiştirilmenin bir şans olduğunun cidden farkındaydım. Büyük teyzemin çok sevdiğim bir broşu vardı. On altı yaşımdayken takaslarımız sırasında o broşa sahip olduğumda nasıl mutlu olduğumu hatırlıyorum.

Georgia de Castro Keeling
İllüstrasyon / Loved clothes last / Georgia de Castro Keeling

Moda artık çoğunlukla alışveriş yapmaktan ve yeni üst baş almaktan ibaret hale geldi. İnsanların moda algısını nasıl değiştirebiliriz? Sizce kitabınız bu konuda ne tür bir rol oynayacak?

Hem hızlı moda markalarının hem de seri üretim yapan lüks markaların, tüketicinin karşısında daha güçlü bir pozisyona geçmesinin bir miladı var. Hepimiz katakulliye geldik. Benim kadar uzun süredir moda dünyasında çalışanlar buna ilk elden tanık oldu. Bunun özellikle reklamla ve iletişimle değiştiğini biliyoruz. Kültürel bir şey var ortada. Ancak bu kültür değişmeye başladı. Mesela kızlarımın kuşağındakiler için ucuza aldıkları bir kıyafeti birkaç defa giyip Depop’ta satmak gayet normal. Moda algımızı değiştirmenin tek yolu, markaların bize yaptığının aynını onlara yapmak. Ne yaptılar peki? Kasten estetiği değiştirerek, el yapımının güzelliğinin ve nadir olan bir şeyin kalitesinin yerine parlak ve yapay olanı koydular. Bunu iletişim, pazarlama ve üretim sayesinde bile bile gerçekleştirdiler.

 

Çok doğru bir noktaya değindiniz. Lüks markalarda dahi son 10-15 yılda kalitenin değiştiğini görebiliyoruz aslında.

Buna yürekten katılıyorum. Kitapta Gucci çantalarımı anlattım. Annem ve anneannemden miras kalan kırklı ve ellili yıllara ait Gucci çantalarımın yanında, doksanlarda evlendiğimde bana hediye edilen bir model var. Doksanlardakini ilk edindiğimde içinin fotoğraflarını çekip markaya göndermiştim. O zamanlar sosyal medya yoktu tabii. Onlara elimdekinin bir Gucci çanta olmadığını, anca pinti bir Gucci çanta olabileceğini söyledim. Anneanneminkinin içinde dört cep, bir zarf cep, kalem ve ruj gözü var. Anneminki gece çantası. Onun dışı tamamen el yapımı, astarı saten ve iki iç cebi var. Artık böyle çantalar üretilmiyor.

 

Fashion Revolution Rana Plaza faciasının ardından kuruldu.

 

2013’teki Rana Plaza faciasının ardından Carry Somers’le birlikte kurduğunuz Fashion Revolution bugün dünyada 92 ülkede faaliyet gösteriyor. Moda konusunda toplumsal farkındalığı artırdığı halde anti moda bir duruşu yok. Bu sayede, sürdürülebilirlik ve tekstil işçilerinin çalışma koşulları gibi konularda insanları bilinçlendirebiliyorsunuz. Fakat aynı zamanda hızlı modaya bağımlılık, haddinden fazla üretim ve tüketim de artıyor. Bu şartlar altında mücadele vermek sizi zorluyor mu?

Hayır zorlamıyor. Ne yalan söyleyeyim her şeyin çok çetrefil olduğunu düşündüğüm dönemin sonuna geldim artık. Çünkü o kadar da çetrefil değil. En zoru insanları durdurup düşündürmek. Ortada sömürüye dayalı, çevre kirliliği ve sosyal adaletsizlik konularında adı çıkmış bozuk bir sistem var. Esas itibariyle moda bu. El işi, miras ve endüstriyel zanaattan söz etmiyorum gerçi. Seri üretimin pazarlanması, bizlere aşırı tüketim ve harcama yaptırmak üzere kurgulandı. Sudan ucuz kavramının ortaya çıkması, bizim ödemediğimizin bedelini başkasının ödediği anlamına geliyor. Yani, doğa ve kıyafetlerimizi üretenler ödüyor bu bedeli. Şimdi yapmamız gereken, sisteme bakıp her şeyi sil baştan tasarlamak. Emin olun sandığınız kadar zor değil bu. Her şeye eşitlik perspektifinden bakarsanız zor olmadığını göreceksiniz. Mesela markaların CEO’ları ve sahipleri daha az para kazanmalı. En üsttekilerle en alttakiler arasında daha dengeli bir ilişki yaratılmalı. Sırf bu bile pek çok sorunu çözmeye yeter.

 

 

CNN’e yazdığınız bir yazıdan alıntı yapacağım. Şöyle diyorsunuz: “Toplumumuzdaki derin eşitsizlik, haysiyet ve adalet eksikliği, ortaklaşa kullandığımız çevremizin korunması ve yenilenmesi konusunda kendimizi eşit ölçüde adamamızı önlüyor. Sürdürülebilirlik ve çevre hareketlerinin çoğu benim gibi beyaz, ayrıcalıklı, iyi niyetli kimselerin alanı olarak kalıyor.” Bunu dürüstçe ifade etmenizi çok gerçekçi buldum. Peki modadaki tüm sorunların kaynağının eşitsizlik olduğunu söyleyebilir miyiz?

Esasında eşitsizliğin her konudaki sorunların kaynağı olduğunu düşünüyorum. Hatta bunu bir adım daha öteye taşıyarak asıl sorunumuzun patriyarka olduğunu iddia edebilirim.

 

O zaman hem patriyarkayı hem kapitalizmi yıkmamız şart.

Kesinlikle. Ben öfkeli bir feministim.

 

Tüketicilere sınırsız seçenek sunan sistem, şimdi onlardan sürdürülebilir seçimler yapmalarını istiyor. Bu da akla, sürdürülebilirliğe bir trend muamelesi yapılıp yapılmadığı sorusunu getiriyor. Öte yandan, bireysel tercihlere yapılan vurgu, tüketicileri sistemin kendisini sorgulamaktan alıkoyuyor olabilir mi?

Markalar tüketici talebi deyip duruyorlar biliyorsunuz. Elli dört yaşındayım ve bu yaşıma kadar bir dünya politik protestoya katıldım ama binlerce insanın sokaklara dökülüp “Ucuz giysi istiyoruz,” diye slogan atarak eylem yaptığına şahit olmadım hiç. Bakın biz ucuz kıyafet talep etmedik. Bu kıyafetler bizim üzerimize yığıldı; biz de bunlara bağımlı hale geldik. Bunu alkolizm gibi düşünebilirsiniz. Dolayısıyla markalar, verdikleri bu zararı ortadan kaldırmakla yükümlüler. Özellikle ucuz kıyafet üreten markalar, mağazalarına ucuza onarım seçeneği koymalılar. Hem sürdürülebilir modayı savunup hem de inanılmaz boyutta üretim yapmaya devam ediyorlarsa başka türlüsü kabul edilemez. Modanın ve etik olmayan modanın kuralları üzerine yeniden düşünmeliyiz. Çünkü markaların sattığı ürünlerin yüzde 99’unun etik olmadığını söyleyebilirim. Pazarın yüzde 97’si aşağı yukarı 40 büyük markanın hakimiyetindeyken etik ve sürdürülebilir markaların görünürlük bariyerini aşıp keşfedilmeleri zor. Pandemiyi fırsat bilip pazarı değiştirmek için elimizden geleni yapalım. Her şeyden önce şu dinozorları kenara itelim ve küçük markalara yer açalım.

 

Sizin de söylediğiniz gibi sektör büyük markaların kuşatması altında. Tüketici olarak bu markalarla nasıl mücadele edebiliriz?

Hepimiz kim olduğumuza ve ne yaptığımıza bağlı olarak bir yol tutturuyoruz. Boohoo gibi ultra hızlı moda markalarından alışveriş yapan gençlerin, kıyafetleri söküldüğünde ya da eskidiğinde bunları onararak başkaldırılarını gösterebileceklerine inanıyorum. “Eteğimi seviyorum ama çabucak yıprandı. Yerine yenisini almak istemiyorum. Eteğimi daha dayanıklı yapmanızı veya onarmanızı istiyorum,” diyebilirler markalara. Instagram’da ve TikTok’ta binlerce genç bunu yaptığında markalar onları dinleyecektir. Bunun dışında, mesela nasıl farklı şekilde alışveriş yapabileceğiniz üzerine düşünmeye zaman ayırın. Bedeninize uyan giysi yerine, prensiplerinize uyanı arayın.

 

Pandemi, tüm dünyada yapısal eşitsizlikleri su yüzüne çıkardı. Pandemiden sonra modanın geleceğine dair ne tür tahayyülleriniz var?

Bana göre pandemideki en önemli kampanya, tekstil işçilerinin maaşları için mücadele veren Pay Up oldu. Markaların siparişleri iptal etmelerine ve tekstil işçilerini ortada bırakmalarına hepimiz tanık olduk. Bir yanda markaların milyarder sahipleri, bir yanda maaşını alamadığı için açlığa mahkum edilen işçiler. Apaçık bir adaletsizlik. Bu ciddi bir dönüm noktası oldu. İnsanların bunu unutmayacağını düşünüyorum. Bir başka önemli gelişme de Black Lives Matter hareketiydi. Gençler, ebeveynlerinin ve ailelerinin karşısına dikilip, “Sen bana doğruyu öğretmemişsin. Bu kişi ırkçıymış,” dediler. Daha iyi bireyler olmak için gerçek bilgiye ihtiyaçları olduğunu gördüler. Giysiler konusunda da herkes bu tutumu benimsese sorunumuz sona erer. Çünkü insanların ve doğal kaynakların sömürülme oranını anladıkları anda alternatif arayışına girmeleri kuvvetle muhtemel. Pandemiden sonra gerçek bilgiye duyulan açlığın belirleyici olacağını düşünüyorum.

 

Henüz Yorum Yok

Cevap Bırak

E-Posta adresiniz yayımlanmayacak.