Ben Fransızım ve abartıdan tiksinirim.
Bu söz “Caz Çağı” sembollerinden ve Chanel’in en büyük rakiplerinden biri kabul edilen Jean Patou’ya ait.
Spor giyim denildiğinde belki de akla ilk gelmesi gereken isim olan Patou, 27 Eylül 1887’de, deri tabakçısı bir baba ve ev kadını bir annenin oğlu olarak Normandiya’da dünyaya geldi.
İlk Yılları
Huzurlu bir köy hayatından ibaret olan çocukluğunun ardından 18 yaşında diplomasını aldığında ne babasının mirasını devam ettirmek niyetindeydi, ne de eğitimini. 25 Ekim 1905’te kendi isteğiyle askere yazıldı. Bu dönemde uyarılara rağmen saçlarını kesmeyerek, süngüsünü paslanmaya terkederek ve polis çavuşuna uygunsuz söylemlerde bulunarak asi duruşunu sergilediyse de sahip olduğu üstün özellikler sayesinde 1907 yılında çavuş olup 1908’de İhtiyat Kuvvetleri’ne katıldı. Bu tarihte başlayan sivil hayatı 1914’te I.Dünya Savaşı’nın patlak vermesine dek devam edecekti. O, bu birkaç yıla Parry isminde küçük bir moda kuruluşunu sığdırıp New York’lu bir perakendecinin gelip her şeyi satın almasıyla, bu alanda ileride ihtiyacı olacak cesareti kazanacaktı.
Kendi ismini verdiği moda evini 1919 yılında kurduğunda, tasarımlarının hem günlük hayatta giyilebiliyor olması hem de etkileyici bir sadeliğe sahip olması, 1920’lerin modern kadın imajına etki etmiş ve Patou, kısa sürede sadık bir müşteri kitlesine sahip olmuştu.
Onun asıl tutkusu spor giyimdi. Tenis ve kayak gibi sporların kusursuz bir şıklık içerisinde yapılması gerektiğine inanan Patou, 1921 yılında Wimbledon Şampiyonu Suzanne Lenglen’ı giydirdiğinde, Lenglen dizinin hemen altındaki plili eteği, düğmeli yeleği ve turuncu saç bantıyla dünyanın dört bir yanındaki kadınlara ilham olmuş ve bu görünüm sayısız kere kopyalanmıştı.
Patou’nun bu denli başarılı olmasında zevkinin yanısıra kadınları çok iyi anlaması yatıyordu.
O, dönemin taleplerine cevap vermekle kalmayıp bir kadına, neye ihtiyacı olduğunu göstermekte de ustaydı. 20’leri kasıp kavuran flapper stiliyle ortadan kalkan bel vurgusunu geri getirecek kişi yine o olacaktı. Müşterilerine gündüzleri rahat kıyafetlerin lüksünü tattırırken, geceleri göz alıcı gece elbiseleriyle etkileyici ve kadınsı hissetmelerini sağlıyordu. Kübizmden de esinlenerek kıyafetlerine geometrik formları taşıyan Patou’nun en baskın tasarım felsefesi şüphesiz sadelikti. Kendi renklerini ve kumaşlarını ürettiren ilk tasarımcılardan biri olmasıyla, sadeliğin en büyük tehlikeleri sayılabilecek tahmin edilebilirlik, sıradanlık ve kendini tekrar etme kavramlarından uzak kalacaktı.
Coco Chanel’in Azılı Rakibi
Aktif bir hayat tarzı olan modern kadınlar için tasarım yapıyor olmak, şüphesiz onu Chanel’in en azılı rakiplerinden biri haline getirmişti. Her ikisi de fark yaratmak adına büyük çaba harcıyor, yaratıcı fikirler peşinde koşuyordu. Patou, o dönemlerde tasarımlarını tanıtırken kullandığı farklı yolla çok ses getirmişti. Dar siluetleri, atletik bacakları ve ince bilekleriyle Amerikalı modeller (sonraki isimleriyle “American Diana”) tarafından büyülenmiş ve onların Fransız meslektaşlarından çok daha uygun olduklarını düşünmüştü.
Modellerin seçilmesi için New York’ta bir jüri oluşturulmuştu. Amerikan Vogue’un genel yayın yönetmeni Edna Woolman Chase, dergiyi barındıran grubun sahibi Condé Nast, aktris ve dekoratör Elsie de Wolfe, fotoğrafçı Edward Steichen ve Patou’dan oluşan bu jüri, Ritz’in balo salonunda 500’den fazla model görmüş ve yalnızca üç model seçmek için Amerika’ya gittiğini düşünen Patou, kızları gördükten sonra altı modelle Paris’e dönmüştü.
F.Scott Fitzgerald ve Ernest Hemingway’in kadın kahramanlarının siluetlerine de ilham veren Patou, söz konusu Hollywood olduğunda da adı geçen bir isimdi. Mary Pickford, Gloria Swanson ve Louise Brooks gibi dönemin parlayan yıldızlarını giydirmiş, başarısının yalnızca spor giyimle sınırlı olmadığını kanıtlamıştı.
Yeni fikirler, yeni insanlar, yeni bir yaşam tarzı peşindeydi o. 1920’li yılların sonunda tek parça mayonun ilk modern örneklerinden birini tasarladığında, moda fotoğrafçısı George Hoyningen-Heune bu tasarımı ölümsüz kılmış ve bugün moda tarihinin en ilham verici karelerinden biri ortaya çıkmıştı. Mayo tasarımındaki öncülüğünü ilk güneş kremini yaratan isim olarak da pekiştirecekti.
Yüzyılın Kokusunun Yaratıcısı
Monogramı tasarımlarında ilk defa kullanan da yine Patou olmuştu. Özellikle yeni zengin müşterilerinin üzerlerinde adeta bir “tasdik” taşıyor olmaktan hoşlandıklarını farketmesi bu kararında etkili olmuş ve o, kendinden sonraki sayısız tasarımcıya örnek olmuştu.
Moda evlerinin parfüm yaratmaya heyecan duyduğu 20.yüzyılın başlarında Paul Poiret ve Chanel gibi isimlerin ardından Jean Patou da bu alana giriş yapmış, 1928 yılında ilk unisex parfüm unvanına sahip olan “La Sien”i, Poiret’yle de çalışmış olan Henri Alméras ile birlikte yaratmıştı.
1930 yılında ise, “dünyanın en pahalı parfümü” olarak bilinecek Joy , dünya yoklukla boğuşurken doğacaktı. Patou’nun Büyük Buhran sebebiyle Paris’e gelme imkanı olmayan 250 Amerikalı müşterisine hediye mahiyetinde bir parfüm yaratmak istemesiyle ortaya çıkan Joy, 10.600 yasemin çiçeği ve 28 düzine gülden elde edilmişti ve art deco esintileri taşıyan şişe tasarımı Fransız mimar Louis Süe imzası taşıyordu. Bu parfüm, dünyanın en çok satan ikinci parfümü olacak (1.si Chanel N°5) ve 2000 yılında Fifi Ödülleri’nde “Yüzyılın Kokusu” unvanına layık görülecekti.
İş Adamı Kimliği
Patou, sürat teknelerini, hızlı arabaları, güzel kadınları, kumarı; kısacası lüks ve parlak yaşamı seven bir tasarımcıydı. Aynı zamanda da başarılı bir iş adamıydı. Yöneticilere kar ortaklığı imkanı ve modelleri için ikramiye sistemi gibi Amerikan iş yönetimlerini benimseyen Patou, 8 Mart 1936’da, henüz 49 yaşındayken hayatını kaybettiğinde, her zaman yakın ilişkide bulunduğu kendinden altı yaş küçük kız kardeşi Madeleine ve kocası Raymond Barbas işi devralmıştı. 1987 yılında Christian Lacroix’nın hazırladığı son koleksiyona dek Marc Bohan, Michel Goma, Jean Paul Gaultier ve Karl Lagerfeld gibi isimler moda evi için tasarım yapacaklardı.
Bugün Jean Patou, bir İngiliz firması olan Designer Parfums’un çatısı altında yasemin kokusuyla büyülemeye ve spor giysilerle dolu gardıroplarda bir iz olarak yaşamaya devam ediyor.