Gucci Sıcak, Prada Soğuk Marka
Exane BNP Paribas'ın yaptığı araştırmaya göre 2016 yılının ilgi bakımından en sıcak markası Gucci seçilirken, Prada ise en soğuk lüks markalar arasında yerini aldı.
Exane Bnp Paribas'ın hazırladığı 2016 raporuna göre son zamanların ilgi bakımından en sıcak lüks markası Gucci seçilirken; Prada ve Giorgio Armani de en son soğuk lüks markalar arasında yerlerini aldı.
Exane Bnp Paribas'ın raporuna göre bir markayı sıcak/soğuk diye kategorize etmek editoryal olarak kapladıkları reklam ve harcadıkları basılı reklam parasıyla orantılı; yani bir marka dergilerde yer almak için ödediği reklam fiyatından daha fazla editoryal çekimlerde yer alıyorsa 'sıcak marka' konumuna yükseliyor. Aynı şekilde bu oranın altına düşen markalar da soğuk marka olarak tanımlanıyor.
Gucci'nin editoryal değeri bu yılın ilk 6 ayında, geçtiğimiz yılın ilk 6 ayına göre %15'den de fazla bir artış gösterdi. Tıpkı Gucci gibi Louis Vuitton ve Chanel de sıcak markalara arasında fakat reklam harcamalarına rağmen editoryal değerleri %15'i geçemedi. Gucci sıcak markalarda zirveye otururken Prada ve Giorgio Armani ise editoryallerde ciddi anlamda daha az yer almaya başladılar; yani hızla birer soğuk marka oldular.
Gucci'nin bu başarısı tabii ki yeni kreatif direktörü Alessandro Michele ve CEO'su Marco Bizzarri'nin etkisinde oldu. Ocak 2015'te kreatif direktörlüğe atandığından beri Alessandro Michele'nin kendine özgü ve maksimalist tasarımları tüm moda dünyasında müthiş bir etki yaratırken, İtalya'da 2016 yılında hazır giyim kadın koleksiyonunun satışları %66 arttı. Marka bu sene ilk defa 4.5 Milyar Dolar hasılat kazandı. Gucci'de durumlar böyleyken Prada ise sıkıntılı zamanlar yaşıyor. Çin'deki tüketici davranışlarındaki değişiklikler ve turizm'in de düşmesiyle birlikte Prada'ya olan talep gititkçe azalıyor.
Exane Bnp Paribas'ın raporuna göre, sıcak marka olmanın belirtilerinden bağzıları da markanın daha fazla miktarda indirimsiz satması ve magaza içi trafiğinin artmasıyla bağlantılı; tüm bunların satışlara ve marka karlılığına etki etmesi de tabii ki olası. Tam tersi bir şekilde de soğuk markalarda ise yukarda belirtilen tüm etkenlerin gerilemeye başladığı görülür.
Geçtiğimiz senenin raporunda soğuk gösterilen markalar arasında olan DKNY, Hugo Boss ve Ferragamo ise bu sene yavaştan sıcak olmaya başlayan markalar kategorisine girdi ; editoryallerde kapladıkları yerler tüm marketing çalışmalarından daha fazla. Burberry, Valentino ve Saint Laurent ise geçtiğimiz yıl sıcak markalar iken bu sene ise 'hala sıcak ama giderek soğuk' oluyor kategorisine geçiş yaptılar; bu değişikliğin altında yatan sebep saydığımız markaların marketing çalısmalarında digitale daha fazla ağırlık vermesine bağlayabiliriz.
Exane Bnp Paribas'ın incelediği 38 markadan coğu bu sene basılı reklam vermeyi azaltarak daha çok digitale odaklanırken, Gucci ve Sainte Laurent ise bu istisnayı bozuyor. En çok dergilere reklam veren markalar arasında Gucci ve Sainte Laurent başı çekerken, bu ikilinin ardından Ralph Lauren ve Dolce& Gabbana geliyor.
Bu yazı bir çeviridir, orjinali için tıklayınız.
Louis Vuitton ve Christian Dior Koku Kartlarını Oynamaya Başlıyor
Moda sektörüyle her zaman iç içe olmuş parfüm endüstrisi ve Louis Vuitton'un bu Eylül ayında satışa sunacağı parfümüyle ilgili notları Sezi Sander'in yazısında bulabilirsiniz.
‘‘ Günümüzde parfümler ruhunu kaybetti. Gerçek parfümler kolay bulunur hızlı ve anlamsızca tüketilir genelleştirilebilir olmaktan çok uzaklar.’’
Evet, bu sözler rakipleri isimlerini satarak elde ettikleri milyar dolarlık parfüm cirolarını sayarken markanın neden bu global trendin peşinden koşmadığını anlatan Louis Vuitton Yönetim Kurulu Başkanı Micheal Burke’e ait.
Moda markalarının tekstil koleksiyonları kadar özenilmeden ardı sıra piyasaya sürdükleri designer parfümlere eleştiriler gün geçtikçe artıyor. Modanın parfümü mü yoksa parfümün modası yükselen niş trendi mi? Her ikisinin de kesiştiği bir yer var mı?
Moda markalarının parfümlerinin zamanla büyük kitlelere ulaşması, markaya ulaşılabilir en kolay yol olarak benimsenen parfümlerin sanat ve içerik değeri gözetilmeden ticari bir kaygıya dönüşmesine yol açtı. Bir designer parfüm lansmanı için milyon dolarları bulan pazarlama bütçelerinden sonra farklı kokular yaratmak satıp satmayacağı kaygısıyla büyük bir riske dönüşürken, ‘‘flanker’’ dediğimiz çok satan parfümlerin az biraz değişik versiyonları, farklı şişelerde tekrar tekrar karşımıza çıkar oldu. Ve sektöre isyan eden parfüm tasarımcıları, kendilerinden istenenleri tasarlarken, kendi istediklerini tasarlamaya başladı. Bu noktada unisex kokuları ve parfüm tasarımcılarıyla ünlenen niş parfümevleri, sektörde son yıllarda boşlanan sanat algısını tekrar gün ışığına taşımayı başarmış gözüküyor.
Sektörün geleceğinin artistik parfüm koleksiyonlarından geçtiğini öngören vizyoner moda markaları önlemlerini almaya başladı. Daha az noktada konumlandırılan, sentetik içeriklerin azaltıldığı daha yoğun ve değerli içeriklerle piyasaya sürülen Tom Ford Private Blend, Armani Privée koleksiyonlarından sonra Christian Dior ve Louis Vuitton da uzun süren sessizliğini bozuyor..
“Son zamanların yükselen trendi, parfümde öze dönüş olarak nitelendirilen artistik (niş) parfümlerde gelecek görüyoruz” şeklinde devam ediyor Louis Vuitton Yönetim Kurulu Başkanı.“ Tabi ki bu durum bir iş yapılacaksa düzgün yapılmasını gerektiriyor ve doğru yapılan şeyler daima zaman alır.” şeklinde Louis Vuitton’ı boynumuza sıkabilmemiz için neden bu kadar uzun zaman beklenildiğine dair açıklamalarını sürdürüyor.
Öte yandan parfüm tasarlamak kadar yeni bir parfümevi tasarlamak da zaman alıyor. Dünyanın parfüm merkezi olarak bilinen lavanta, yasemin, gül, tüberoz tarlaları ile beraber güneş ışığıyla yıkanan vadilere ev sahipliği yapan Grasse kasabası, Louis Vuitton’ın 2013 yılında satın aldığı 17. yüzyıl parfümerisi atmosferini yansıtan tarihi çeşmeler ve 350 farklı çeşit bitki çiçekle donatılmış, Les Fontaines Parfumees’e de ev sahipliği yapıyor.
Mekan, Grasse kasabasında doğan parfüm endüstrisinin muayenlerinden üçüncü nesil parfümör Jacques Cavalier Belletrud‘un önderliğinde renove edildi. Böylece 1640’larda koku dünyasına açılan tarihi kapıların 21. yüzyıl olanaklarıyla buluşması sağlandı.
54 yaşındaki Mr. Cavallier Belletrud, moda markalarının yeni parfümlerini piyasaya sürmeden önce yaptıkları açıklamalara ters düşerek Temmuz ayında New York’da gazetecilere “ bütçe de yok, konsept de yok. ” şeklinde bir açıklamada bulundu.
Gizliliğini hala sürdüren bu dev yatırımın nasıl kokular meydana çıkarağı halen merak konusu. Bu Eylül ayında dünya genelinde 473 Louis Vuitton mağazasında beğeniye sunulacak koleksiyon için beklentiler deri, tüberoz ve çiçek notalarından ortaya çıkmış, Marc Newson tarafından tasarlanan kristal şişelerde sunulan 7 yeni parfüm yönünde..Gizemini sürdürmesine rağmen oldukça detaylı bir beklenti değil mi ?
L’Eau d’Issey by Issey Miyake, Midnight Poison by Christian Dior and Stella by Stella McCartney gibi dünyaca ünlü parfümlerin tasarımcısı Mr. Cavallier Belletrud “İnsanlar kendileri gidip keşfetmeden önce şişelerin içinde tam olarak ne olduğuna dair bir bilgi paylaşamayız.” diyor ve ekliyor :
“Lüks platformlarda parfüm, gizem üzerine kurulu bir kelimedir.”
“Dünya üzerindeki en iyi koku notaları bu vadilerin birer parçası. Lakin, Grasse sektörün büyümesini sağlayan daha derin gizemli bir rekabete de ev sahipliği yapıyor.” diyerek parfümevinin güneşle yıkanmış damlalarla çerçevelenen yeni Art Deco tarzıyla restore edilmiş cam pencerenin ardından hoşnutlukla gülümsüyor :
“ Burada yaptığımız şey sadece kimya değil. Bu simya. Ve biz kartlarımızı oynarken rengimizi belli etmeyiz.”
Elinde 35 ons ağırlığında fakat değeri $130,000 ‘ın üzerinde bir yasemin çiçeği özü tutarak bu içeriğin altından üç kat daha değerli olduğunun altını çiziyor.
Tam bu esnada Mr. Cavallier Bellutrud’ un ofisinde arkadaşça bir sima daha beliriyor, Parfums Christian Dior’un parfümörü, aynı zamnda Louis Vuitton aile şirketi LVMH
grubu ile ömür boyu anlaşması olan François Demachy. Dior, parfüm pazarında ipleri elinde tutmak söz konusu olduğunda ortaya koyduğu parayla, rakiplerine görüyor musun diye sorulduğunda ben yokum dedirtiyor.
Bu yatırımın büyüklüğünü bahar ayında gündeme bomba gibi düşen Grasse renovasyon projesi ile anlıyoruz. 1951 yılında by Christian Dior tarafından satın alınan görkemli Provence mimari örneği Château de La Colle Noire, Dior’un 1957 yılındaki ölümünden önce son zamanlarını geçirdiği şehir merkezinden 12 mil uzaklıkta bir araziye kurulu mülk konumunda idi. Taa ki Dior modaevi 2013 yılında bu mülkü satın alıp renove edene kadar..
Şato şu an halka açık olmamakla beraber, aynı zamanda yeni parfüm tasarımının da gizem uyandıran ilham kaynağı konumunda. Grasse’ın yerli mayıs gülü notalarıyla donatılan La Colle Noire olarak adlandırılan bu parfüm, şişesi $210 olarak satışa sunuluyor.
Sonuç olarak sadece parfüm markası olarak sükse yapan, sentetik hammaddelerden uzak, değişik özgün, doğal ve parfümlerde yer verilmesine alışkın olmadığımız içeriklerle donatılmış tasarım şişelerde sunulan, ünlülere atfedilmiş pazarlama kampanyalarından uzak, eski efsanevi bir parfümevine tekrar hayat veren mitolojik ve özgün hikayeler konseptlerle kendi kendini pazarlayan artistik parfümeri markaları butik yaklaşımlarıyla yakaladıkları başarı sayesinde artık moda dünyasıyla da kesişir bi hal alıyor.
Modanın parfümü parfümün de modası olmaya çeyrek kala, her ne kadar ‘‘sıkmak’’ şeklinde lanse etsek de kıyafetimizi tamamlayan en önemli aksuar olarak nitelendirilen cildimizi kuşatan görünmez kalkanımız parfümler aslında giyiliyor ve gün geçtikçe değer kazanmaya devam ediyor. Tekstilde olduğu gibi houte couture parfümler olarak lanse edilen niş kokular da kazandırmaya devam ediyor..
Kozmetik sektöründe birçok marka ve ürün yelpazesine sahip departmant storeların prestij sağlamak, rakiplerinden sıyrılmak adına niş parfüm markalarını ve özel parfüm koleksiyonlarını bünyelerine çekme talepleri gün geçtikçe artıyor.
Parfüm mü modadan çıkar moda mı parfümden diye düşüne dururken siz, siz olun niş kalın değerinize değer katın!
LVMH grubunun her yıl beklenen etkinliği LES JOURNÉES PARTICULIÈRES
LVMH grubunun bu sene üçüncüsünü düzenlediği etkinlik serisi "Le journées particulieres" 20-21-22 Mayıs'ta gerçekleşecek.
LVMH grubunun bu sene üçüncüsünü düzenlediği etkinlik serisi "Le journées particulieres" 20-21-22 Mayıs'ta gerçekleşecek.
Grubun zengin geçmişleriyle ünlü lüks markalarına ait çalışma mekanlarını halka açtığı bu günler her sene heyecanla bekleniyor.
Herhangi bir gün, herhangi birimizin içeriye girmesi imkansız olan, kapıları ardında kusursuz işçilik, emek ve tarih olan bu mekanları açmak LVMH grubu için bir değer paylaşma yöntemi.
Grup markalarına ait mekanların 40 tanesi gezilebilecek. Bu yerler arasında Paris'de Christian Dior Haute Coture atölyesi, Berluti ayakkabı yapım atölyesi, Louis Vuitton Asnieres deri ürünleri atölyesi, Madrid'de Loewe binası ve Roma'da da yeni Fendi Palazzo binası var.
Şimdiden kaydolmak ve kayıtların açılmasını beklemek mümkün. Gidemeyecek olsanız bile siteye göz atmak başlı başına bir deneyim.
LVMH - Les Journées Particulières
For the 3rd edition of Les Journées Particulières, the LVMH Group is opening the doors to 52 exceptional sites throughout Europe.
Dünyaca ünlü markaların logoları nasıl doğdu?
Çok sevdiğimiz dünyaca ünlü markaların logolarının nasıl doğdugunu biliyor musunuz?
Çok sevdiğimiz dünyaca ünlü markaların logolarının nasıl doğduğunu biliyor musunuz?
LACOSTE
1933 yılında Jean Rene Lacoste markayı kurduğunda, amacı tenis tişörtleri üretmekti. Kendisi de tenisçi olan Rene’nin lakabı , “alligator” yani “timsah”tı. Bir gün bir arkadaşının , eğlencesine minik bir timsah çizmesiyle markanın logosu doğmuş oldu.
FENDI
Ters dönmüş iki F harfinden oluşan logo, bazen yap boza da benzetiliyor. Karl Lagerfeld’in marka için yarattığı logo, çoğu tasarımda başrolde.
Logonun siyah oluşu, markanın dominantlığını,üstünlüğünü ve zarifliğini temsil ediyor.
CHANEL
Chanel’in logosu ters ve iç içe geçmiş iki C’den oluşuyor. Markanın logosu ilk defa 1925 yılında, Chanel no5 şişesiyle tanıtıldı. Logonun hikayesinin çeşitli versiyonları mevcut. Bir rivayete gore ; “C” olarak gördüğümüz karakterler aslında at nalı ve bu yüzden şansı temsil ediyor. Bir diğerine gore, iki C , Coco Chanel’in isminin baş harflerini temsil ediyor.
HERMES
Hermes’in ikonik olan logosundaki at arabası markanın doğuşunu anlatıyor. Hermes’in ilk kurulduğunda sadece kayış takımı ve semer yaptığını biliyor muydunuz?
Eğer Hermes'in hikayesini okumadıysanız yukarıdaki linke hemen tıklayın!
BURBERRY
Gabardinin muciti, trençkotların efendisi Burberry’nin ; o zamanlardaki adıyla “Burberry’s”in şövalyeli logosu ilk olarak 1901 yılında askeri üniforma ürettikleri zaman kullanıldı. Kumaş ve ürün dünyasına getirdiği yeniliklerden ötürü logosunun ileriye doğru koşan bir şövalye olduğunu söyleyebiliriz. Burberry Prorsum alt markasındaki “Prorsum” kelimesi de ; latince “ileri” demek.
VERSACE
Helenistik miras ve mitoloji , markanın kurucusu Gianni Versace için her zaman en büyük ilham kaynakları oldu. Doğduğu toprakların bir zamanlar Antik Yunan’a ait olmasından mı ; yoksa komşusu Sicilya’nın bayrağından mıdır bilinmez ancak , Versace’nin Medusa ile ilgili düşünmeye başladığı zamanlar ilk gençlik yıllarına uzanıyor. Burada biraz Medusa’dan bahsetmeliyiz. Medusa, bir zamanlar kainatın güzellik sembolüyken; Poseidon’un gönlünü ona kaptırmasıyla; Athena tarafından lanetlenir. Güzeller güzeli bu kız; yılan saçlı, gözlerine bakanı taşa çeviren bir canavara dönüşür. Versace’nin sembolü olan Medusa; bu lanet öncesindeki güzellik tanrıçası, altın saçlı Medusa’dır. Bu logo , gücü,kuvveti ve güzelliği temsil etmesiyle ;Versace’nin geçmişe ve gelenekselliğe olan bağını gösterirken; bir yandan da orijinalliği ve dehasıyla etkileme tutkusunun ürünüdür.
GUCCI
Gucci’nin iç içe geçmiş iki G’den oluşan logosu, ihtişam ve güveni temsil etmesinin dışında; markanın kurucusu Guccio Gucci’nin baş harflerinden oluşuyor.
LOUIS VUITTON
Taklit dünyasına belki de en az toleransı olan marka Louis Vuitton. Hem de 1896’dan beri! Kuşkusuz bu hassasiyet, dünyanın en çok kopyalanan markası olmasından kaynaklanıyor.Louis Vuitton logosu ya da monogramı, ilk defa 1896’da ortaya çıktı. Amaç, babasının yaptığı sandıkların(kıyafetlerin saklanması için kullanılan gardrop sandıklar) kopyalanmasına engel olmaktı. Seyahatler sırasında insanların eşyalarını güvenli bir şekilde taşımaları için yapılan sandıklar , ihtiyaçtan çok bir arzu nesnesine dönüşmesinden sonra o kadar çok ilgi gördü ki, kopyaları üretildi. Başta kullandığı gri kanvas çok fazla kopya edilince çizgili versiyon yapıldı. O da taklit edilince George Vuitton geometrik desen kullanması gerektiğine karar verdi. Kalıcı bir çözüm bulmak adına başvurdukları son çare bugünkü monogramın ortaya çıkmasını sağladı. Vuitton’un oğlu, Georges Vuitton’un yaptığı logo, babasının isminin baş harflerinden ve Japon esintili çiçek motifinden oluşuyor. Monogramın patentini de alan George, daha o zamanlardan taklit dünyasına sıfır toleransları olduğunu göstermiş oldu.
Atlar için yapılan eyerlerden dünyanın en pahalı çantalarına uzanan bir başarı hikayesi.