70’li yılların sonları ve 80’li yılların başlarında iş dünyasındaki kadınlar stil sahibi olmak için değil profesyonel hayata uyum sağlamak için giyinmeye başladı. O zamana kadar erkek egemenliğinde olan iş dünyasında yükselmeye başladıklarından, ciddiye alınmak için bir çeşit üniformaya ihtiyaç duymaya başladılar. Bu üniforma çoğu zaman dizin biraz altında gri veya koyu maviden oluşmuş etek/ceket takım, beyaz bir bluz, fular, topuklu ayakkabı ve ten rengi çoraptan oluşuyordu.
John T. Molly’nin 1977 yılında çok satan “Kadının Başarı İçin Giyinme Kitabı” adlı kitabında işte giymek için başka hiçbir şey düşünülmemelidir cümlesi geçiyordu. Yıllar süren araştırmaları sonucunda imaj gurusu Molly, kadınların iş hayatında platform ayakkabılardan, köy tarzı elbiselerden, çiçek desenlerinden ve kazaklardan kaçınmaları gerektiğini söylüyordu. Ona göre bu parçalar iş dünyasında negatif imaj hariç hiçbir şey kazandırmıyordu.
Değişen Dolaplar
Fakat kadınlar kurumsal hayatın içinde yükseldikçe dolapları da değişmeye başladı. O dönemler Anne Klein’ın baş tasarımcısı olan Donna Karan, ofisteki tüm kadınların tek tip ve monoton giyindiğini farkedip kıyafetlerdeki cazibenin nereye kaybolduğunu sorgulamaya başladı.
Giorgio Armani de yarattığı yeni kesimlerle, çalışan kadınlara daha feminen tasarımlar sunmaya başlamıştı. Donna Karan, kendi markasını 1985’te kurarken amacının kadınların kendini yeniden kadın gibi hissetmesini sağlamak olduğunu vurguluyordu. İş kadınları için keskin vatkalar yerine daha yumuşak silüetler, kaşmir trikolar, balerin eteğini andıran etekler ve esnek bodyler tasarlıyordu. Karan’ın tasarımları aynı zamanda çok yönlüydü. İş çıkışında ceketinizi çıkardığınız anda akşam programınıza gitmeye hazırdınız.
Kimse hayatlarımızın ne kadar meşgul olduğunu anlamıyordu ve bizim kurtarıcılarımız ise power suitlerdi.
Donna Karan
“Kimse hayatlarımızın ne kadar meşgul olduğunu anlamıyordu ve bizim kurtarıcılarımız ise power suitlerdi.” diyen Karan, pratik, konfor odaklı ve cazibeli tasarımlarıyla dönemin moda anlayışının çok ilerisindeydi. 1992 yılında Peter Lindbergh’in çektiği ve model Rosemary McGrotha’nın başkan rolüne büründüğü çekimle ilgili “Çekimden önceki gece Peter’ı aradım ve fikrimden bahsettim. Ona bu reklam çekiminin çılgınca olacağından ama onu kesinlikle yapmamız gerektiğinden bahsettim, ve onu ikna ettim” diyor.
Grunge Etkisi
Fakat 90’ların bodycon silüetleri devam ederken dönemin ortalarında Smells Like Teen Spirit parçasının çıkışıyla grunge etkisi kısa sürede moda dünyasını da etkisi altına aldı. Nirvana’nın solisti Kurt Cobain’in önderliğinde 90’ların 2. yarısında tüm moda dünyasında grunge akımı vardı. Grunge eforsuz giyim ve güzellik anlayışıyla moda dünyasında kendine yer bulmayı başarmıştı. O dönemler Helmut Lang’in stil danışmanı ve ilham kaynağı Melania Ward ise grunge sayesinde feminen ve maskülen parçaları karıştırarak kombin yapmayı öğrendiklerindiğini itiraf ediyordu. Helmut Lang, erkeksi tarzı ve transparan üstleriyle power dressing kavramına farklı bir bakış getiriyordu. 90’lı yılların minimalizm akımına baktığımızda ise Jil Sander ve Helmut Lang sayesinde takım elbiselerin yeniden gündeme düşmeye başladığını görüyoruz.
Helmut Lang, Jil Sander Ve Celiné
2000 yılında markayı bırakan Sander ve 2005 yılında markayı bırakan Lang ile bir dönem piyasada oluşan powersuit boşluğu 2008 yılında Phoebe Philo’nun Céline’in başına geçmesiyle doldu. Phoebe Philo ile yeni Celiné zeki ve kültürlü kadın için ideal gardırop parçalarını oluşturuyordu. Zaman zaman Philo risk alıp içi peluş Birkenstocklar gibi parçalar tasarlasa da müşterileri de gardıroplarında onunla birlikte risk almaktan kaçınmıyorlardı.
İlkbahar/Yaz 2017 koleksiyonu için Philo da tıpkı birçok tasarımcı gibi geçmiş koleksiyonlardan ilham aldı ve 80’lerin vatkalı, düğme etekli parçalarını yeniden yorumladı. Bu sefer ise koleksiyonu yumuşatmak adına parçalara daha feminen, hayalperest ve risksiz parçalar eklemişti. Ceketleri feminen ve romantik parçalarla kombinlemeyi seçmişti Philo. Louis Vuitton’a baktığımızda ise damalı ceketlerin pelerin şeklinde tasarlandığını görüyorduk. Balenciaga ise ince çizgili ceketlerle spandex çizmeler tasarlamıştı. Birçok ortamda oldukça uygunsuz durabilecek bu parçalar doğru styling ve doğru tavır ile birçok çalışan kadının üzerinde düzgün bir iş görüntüsüne büründü. 1970’lerde başlayan power dressing ne kadar sade, cinsiyetsiz ve sıkıcıysa 40 yıl sonra ulaştığı konumu da bir o kadar bireysel, renkli ve çeşitliliğe açık.
Herşey çalıştığınız alana uygun olup olmadığına bağlı
Bergdorf Goodman’ın üst düzey yöneticisi Linda Fargo bu durumu “Herşey çalıştığınız alana uygun olup olmadığına bağlı” diye özetliyor. Fargo’ya göre klasik kesim bir siyah ceket hala business imajı yansıtsa da moda dünyasının içinden biri olarak şu sıralar yarı transparan leopar bluzlar, lame pantolonlar gibi cesur parçalara iş hayatında kendini daha yakın hissediyor. ” Kendim açısından baktığımda ben power looklarımın drama, aykırılık, süpriz, cazibe, eğlence ve yer yer de muhafazakarlığı içermesini seviyorum. Böyle tercihler yaptığımda kendimi güçlü ve mağlup edilmez hissediyorum” diyor Fargo.
Girişimcilikte Power Suit Kavramı
Power dress kavramına bir başka açısı da Gloss &Glossier adlı güzellik sitesinin kurucusu Emily Weiss’dan geldi. Weiss’a göre işteki en önemli nokta rahat olmak. Weiss’ın kıyafetleri çoğunlukla Rag&Bone’dan siyah skinny kot pantolon, Adidas spor ayakkabılar ve şirketinin logosu olan sweatshirtlerden oluşuyor. Bu kombin toplantısı olduğu günlerde bile değişmiyor. İş dünyasında bütün girişimcilerin böyle giyindiğini söyleyen Weiss, saç ve makyajını da kafasına göre yapıyor. Ona göre start-up dünyasında, ne giyildiğinden çok Silikon Vadisi’nde yapılan toplantılar önemli.
“Kadınlar tarafından yönetilen şirketlerin çok azına risk sermayedarları tarafından sermaye veriliyor. Bu yüzden kıyafetlerimle kendimi nasıl temsil etmem konusunda üstümde çok baskı hissediyorum” diyor Weiss. İlk kez Silikon Vadisine gittiğimde üzerimde Armani bir powersuit vardı ve görüştüğüm şirketin başkanı burada böyle giyinen tek kişi olduğumu konuşurken hissettiriyordu. Teknoloji dünyasında power dressing kavramının Patagonia marka sweatshirtlerden oluştuğunu farkediyorsunuz. Ne kadar göze çarpmayan şekilde giyinirseniz, teknoloji dünyasında o kadar önemli olursunuz.
Günümüze baktığımızda power dressing kavramının kişisel stille o kadar da ilgisi olmadığını görüyoruz. 2 yıllık bir geçmişi olan Gabriela Hearst’ın lüks spor giyim markasına baktığımızda tüm parçaların kadınlar tarafından üretildiğini görüyoruz. Hearst’a göre power dressing kavramı kişisel stilden de öte çevre için birşeyler yapmaktan ve yaptığımız şeylerle kendimizi güçlü hissetmekten geliyor.
*Bu yazı bir çeviridir. Orjinali için tıklayınız.