Gucci her ne kadar yıllardır ikonlaşmış bir marka olarak bilinse de, son yıllarda Chloe, Celine gibi özellikle de daha genç tüketiciyi sürükleyen gündemdeki bir marka değildi. Ta ki markanın, kreatif direktör olarak Alessandro Michele’yi atamasına kadar. Tıpkı 90’lı yıllarda Tom Ford’un popülerliğini yitirmeye başlamış Gucci’ye hayat verdiği gibi, Alessandro Michele de Gucci’yi büyük bir hızla yeniden konumlandırdı. Tasarımcının en gözle görülür değişikliklerinden biri markayı maksimalist , eklektik bir çizgiye oturtması. Maksimalizm, minimalizm’in zıttı olan bir akım ve Gucci ise bu akımı farklı desenleri, renkleri kombinleyerek ama en önemlisi de 90’lı yıllarda çıkış yapan logoları ön plana katarak yorumlamış.
Logoların geri planda olduğu, minimalist çizgili markaların sükse yaptığı bir dönemde, markayı aniden böyle şekillendirmek riskli bir karar gibi görünse de aslında Gucci altın çağını yaşıyor. Geçmişte, markanın uzun zamandır ihmal edilen G logosu yeniden yorumlanarak çanta ve aksesuarların en göze çarpan kısmı yapıldı. Her ne kadar modada ‘anti-logo’ popüler bir akım olsa da, logolar müşterilere konuşan, onlarla iletişim kuran önemli öğelerden. Aklınızdan geçirdiğiniz bir sürü markada, zihninizde öncelikle markanın logosunun canlanması bir tesadüf olamaz değil mi? Fakat, bir markanın sırf logosuna güvenerek kendini yenilememesi de markayı geride bırakır. Gucci’nin CEO’su Marco Bizzarri’nin de dediği gibi ‘sürekli ilhamınızı geçmişten alıyorsanız, nasıl yeni bir şey üretebilirsiniz?’ Gucci’yi yeniden konumlandırmak için Marco Bizzarri’nin yaklaşık 14 yıldır Gucci bünyesinde çalışan Alessandro Michele’de karar kılması gerçekten de çok doğru bir karar olmuş. Gucci’nin şu anki medyada en çok konuşulan marka olması, logoların öneminin hala devam ettiğine ve hatta doğru şekilde yorumlanırsa markalara hayat verebileceğinin en büyük kanıtı.
Bu yazı çeviridir, orjinali için tıklayınız
www.telegraph.co.uk/luxury/womens-style/guccis-alessandro-michele-and-the-rebirth-of-the-logo/