blog, eda binark yazıları Eda Binark blog, eda binark yazıları Eda Binark

Moda ve Tenis Birlikteliği

Tenisin zihnimizde canlandırdığı imaj ister istemez her zaman modayla alakalı olmuştur. Aslında tenisin moda dünyasıyla bağlantısı sandığınızdan çok daha yakın. Tenis, sporlar içinde görselliğe en önem verilenlerinden.

Tenis deyince aklınıza neler geliyor? Lacoste, Nike, Fred Perry gibi markalar, tenis ayakkabıları, maçı çıt çıkarmadan localarda oturup seyreden insanlar, kıyafetler- yani kısacası tenisin zihnimizde canlandırdığı imaj ister istemez her zaman modayla alakalı olmuştur. 

Aslında tenisin moda dünyasıyla bağlantısı sandığınızdan çok daha yakın. Tenis, sporlar içindegörselliğe en önem verilenlerinden. Oyuncular için,  oyun sırasında nasıl göründükleri, kıyafetlerinin hangi markadan olduğu son derece önemli. Tabii ki burada tenisle ilgilenen kitlenin de büyük bir etkisi var. Anna Wintour’un haftada 5 gün tenis oynamaya gitmesi ve Roger Federer ile yakın arkadaş olmasından tutun da Victoria Beckham’ın her sene düzenli olarak Wimbledon’ı takip etmesine kadar ve daha da bu sektördekibir çok insanın uzaktan yakından tenisle bağlantısı var.

Tenis maçları seyretmek bir ilgi, bir tutkunun da ötesinde her zaman görmek ve görülmek için önemli yerlerden olmuştur. Wimbledon, US Open gibi turnuvalarda artık her yıl Victoria Beckham, Stella Mccartney, Kim Kardashian gibi kişileri bulmak çok kolay.  Artık tenis oyuncuları da moda dünyasının içindeler. Roger Federer’ın moda haftasında defilelerde 1. sırada olması, Serena Williams’ın Beyonce’yle birlikte Sorry klibinde oynaması gibi olaylar tenis yıldızlarının artık modayla iç içe olduklarının birer kanıtı.

Fakat tenisi moda dünyasında bu kadar bağlantılı yapan tek şey ünlülerin ilgisi veya oyuncuların popülerliği değil. Günümüzde bir çok markanın podyumlarda topuklunun yanı sıra spor ayakkabılar kullanması, spor kıyafetlerin yok satması moda ve spor giyim kültürünün ne kadar iç içe olduğunun bir kanıtı ve söz konusu tenis olduğunda bu çok daha geçerli bir durum.

Serena Williams’ın 2015 yılında French Open turnuvasında giydiği turuncu takım Nike, kıyafetin maçın bitişinden 1 gün sonra tüm stoklarının tükenmesi bu ilişkiyi daha da iyi açıklıyor. 

Tenisin modayla olan bağlantısını anlamak için bu sporun köklerine inmek lazım. Sadece günümüzde değil, çıkış yaptığı zamanlardan beri tenis her zaman modanın içinde yer almıştır ve bir çok yenilik katmıştır. 19. yüzyıl Avrupası'nda dönemin aristokratları tarafından sevilen ve daha çok kadınların ilgi gösterdiği bir hobi olarak görülen tenis, aslında ilk çıktığı zamanlarda belirli bir zümreye ait bir spordur. Günümüzde çok uygulanmasa da tenis’in ana rengi her zaman beyaz olmuştur, terlemeyi gizlediği ve kadınları oyun sırasında zarif gösterdiğine inanıldığı için. Hala bu gelenek geçerli ki Wimbledon’da oynayacak tenisçiler ağırlıklı olarak beyaz giymek zorundadır.

Tenis ve moda arasındaki bağlantı denince akla gelen en önemli isimlerden biri her zaman Suzanne Lenghen olmuştur. Suzanne Lenghen tenis’in belirli bir zümreye ait imajını yıkıp, döneminde her sosyal gruptan kadına sevdirebilmiş bir kişidir. Maçlar sırasında alışılmışın dışında kısa etekler giyerek, saçlarını kısacık kestirerek, döneme göre sıradışı stiliyle dikkatleri tenisin üzerine çekmeyi başarmıştır.  Döneminde bir fenomen haline gelmiş Lenghen’in kıyafetleri ise ünlü tasarımcı Jean Patou tarafından tasarlanıyordu. Tenis tarihinin modayla ilgili en önemli kısımlarından bir diğeri ise tenis denince hemen aklımıza gelen Lacoste’un klasik krokodil logolu polo tshirtleri. Rene Lacoste tarafından 1930’larda tenis maçlarında çıkan bu polo tshirtler artık tenisle özdeşleşmiş bir klasiktir.

Geçmişi bırakıp günümüze gelirsek, tenis gittikçe bir modaya dönerken, modanın da gittikçe tenis altyapısından beslendiğini görebiliriz.  Fred Perry, Lacoste, Tommy Hilfiger ve ilham kaynakları, Stella McCartney’in son defilesi, artık bir çok markanın koleksiyonunda tenis kültürüne ait ilham ve göndermeleri farketmek mümkün. 

                                  Çağla Büyükakçay Zeynep Tosun kıyafetiyle.

                                    5 Mayıs 2016 Ayşe Arman röportajından.

Gerçekten de baktığımızda tenisin her zaman bir spordan fazlası olduğunu görüyoruz. Tenis bir yaşam tarzı, bir moda akımı ve günümüzde hala güçlü bir söz sahibi. Bizde ise yurtdışına kıyasla tenis kültürü henüz oturmamış ve daha geriden geliyor ama yine de Istanbul Cup’ın organize edilmesi ve bu sene Çağla Büyükakçay’ın 1.liğiyle gözler tenisin üzerine çekildi. Acaba yurtdışında olduğu gibi bizim tasarımcılarımız da önümüzdeki zamanlarda tenisden ilham alacaklar mı ve ülkemizde de tenis ve moda ilişkisi güçlenecek mi?

Read More
blog Sevgi Çatkın blog Sevgi Çatkın

Dünyaca ünlü markaların logoları nasıl doğdu?

Çok sevdiğimiz dünyaca ünlü markaların logolarının nasıl doğdugunu biliyor musunuz?

 

Çok sevdiğimiz dünyaca ünlü markaların logolarının nasıl doğduğunu biliyor musunuz?

LACOSTE

1933 yılında Jean Rene Lacoste markayı kurduğunda, amacı tenis tişörtleri üretmekti. Kendisi de tenisçi olan Rene’nin lakabı , “alligator” yani “timsah”tı. Bir gün bir arkadaşının , eğlencesine minik bir timsah çizmesiyle markanın logosu doğmuş oldu.

 

 

FENDI

Ters dönmüş iki F harfinden oluşan logo, bazen yap boza da benzetiliyor. Karl Lagerfeld’in marka için yarattığı logo, çoğu tasarımda başrolde. 

Logonun siyah oluşu, markanın dominantlığını,üstünlüğünü ve zarifliğini temsil ediyor.

 

CHANEL

Chanel’in logosu ters ve iç içe geçmiş iki C’den oluşuyor. Markanın logosu ilk defa 1925 yılında, Chanel no5 şişesiyle tanıtıldı.  Logonun hikayesinin çeşitli versiyonları mevcut. Bir rivayete gore ; “C” olarak gördüğümüz karakterler aslında at nalı ve bu yüzden şansı temsil ediyor.  Bir diğerine gore, iki C , Coco Chanel’in isminin baş harflerini temsil ediyor.

 

HERMES

Hermes’in ikonik olan logosundaki at arabası markanın doğuşunu anlatıyor. Hermes’in ilk kurulduğunda sadece kayış takımı ve semer yaptığını biliyor muydunuz?

Eğer Hermes'in hikayesini okumadıysanız yukarıdaki linke hemen tıklayın!

BURBERRY

Gabardinin muciti, trençkotların efendisi Burberry’nin ; o zamanlardaki adıyla “Burberry’s”in şövalyeli logosu ilk olarak 1901 yılında askeri üniforma ürettikleri zaman kullanıldı. Kumaş ve ürün dünyasına getirdiği yeniliklerden ötürü logosunun ileriye doğru koşan bir şövalye olduğunu söyleyebiliriz. Burberry Prorsum alt markasındaki “Prorsum” kelimesi de ; latince “ileri” demek.

 

 

VERSACE

Helenistik miras ve mitoloji , markanın kurucusu Gianni Versace için her zaman en büyük ilham kaynakları oldu. Doğduğu toprakların bir zamanlar Antik Yunan’a ait olmasından mı ; yoksa komşusu Sicilya’nın bayrağından mıdır bilinmez ancak , Versace’nin Medusa ile ilgili düşünmeye başladığı zamanlar ilk gençlik yıllarına uzanıyor. Burada biraz Medusa’dan bahsetmeliyiz. Medusa, bir zamanlar kainatın güzellik sembolüyken; Poseidon’un gönlünü ona kaptırmasıyla; Athena tarafından lanetlenir. Güzeller güzeli bu kız; yılan saçlı, gözlerine bakanı taşa çeviren bir canavara dönüşür. Versace’nin sembolü olan Medusa; bu lanet öncesindeki güzellik tanrıçası, altın saçlı Medusa’dır. Bu logo , gücü,kuvveti ve güzelliği temsil etmesiyle ;Versace’nin geçmişe ve gelenekselliğe olan bağını gösterirken; bir yandan da orijinalliği ve dehasıyla etkileme tutkusunun ürünüdür.

 

GUCCI

Gucci’nin iç içe geçmiş iki G’den oluşan logosu, ihtişam ve güveni temsil etmesinin dışında; markanın kurucusu Guccio Gucci’nin baş harflerinden oluşuyor.

 

 

 

 

LOUIS VUITTON

                                   Monogramın doğuşu

Taklit dünyasına belki de en az toleransı olan marka Louis Vuitton. Hem de 1896’dan beri! Kuşkusuz bu hassasiyet, dünyanın en çok kopyalanan markası olmasından kaynaklanıyor.Louis Vuitton logosu ya da monogramı, ilk defa 1896’da ortaya çıktı. Amaç, babasının yaptığı sandıkların(kıyafetlerin saklanması için kullanılan gardrop sandıklar) kopyalanmasına engel olmaktı. Seyahatler sırasında insanların eşyalarını güvenli bir şekilde taşımaları için yapılan sandıklar , ihtiyaçtan çok bir arzu nesnesine dönüşmesinden sonra o kadar çok ilgi gördü ki, kopyaları üretildi. Başta kullandığı gri kanvas çok fazla kopya edilince çizgili versiyon yapıldı. O da taklit edilince George Vuitton geometrik desen kullanması gerektiğine karar verdi. Kalıcı bir çözüm bulmak adına başvurdukları son çare bugünkü monogramın ortaya çıkmasını sağladı. Vuitton’un oğlu, Georges Vuitton’un yaptığı logo, babasının isminin baş harflerinden ve Japon esintili çiçek motifinden oluşuyor.  Monogramın patentini de alan George, daha o zamanlardan taklit dünyasına sıfır toleransları olduğunu göstermiş oldu.

Read More