Ralph Lauren’de kahvaltı, Vogue’da öğlen yemeği, Dior’da çay saati ve Roberto Cavalli’de aperitivo. Kulağa çok hoş geliyor değil mi? Her ne kadar ilk bakışta ütopik görünse de pek çok markanın yeme-içme sektörüne girmesiyle beraber artık bu programı gerçekleştirebilirsiniz. Moda sektöründe olan herkesin uğraması gereken, Türkiye ve dünyadan 12 tasarımcı/marka cafesini listeledik.
Vivienne Westwood Cafe
Hong Kong’a uğrayan tüm fashionistaların favori adreslerinden biri tabi ki Vivienne Westwood café. Punkın kraliçesinin cafesinde oturup markanın logosunun bulunduğu kahvelerden ve tatlılardan yiyebilirsiniz. Tasarımcının sık sık kullandığı tartan desenini tabak ve çay fincanlarında görebilirsiniz.
Thomas’s at 121 Regent Street
Burberry, tarihsel olarak Londra kültürüyle içiçe geçmiş bir markadır. Böylesine ikonik bir markanın da İngiliz kahve kültürünü yansıtan bir pop-up cafe açması tam isabet olmuş. İngiliz usulü çay saati yapabileceğiniz, kahvaltıda flat-white’ınızı yudumlayıp vazgeçilmez bir İngiliz kahvaltısı olan porridge yiyebileceğiniz bu cafe ahşap ve mermerin ağırlıkta olduğu dekorasyonuyla hem dingin hem de şık bir atmosfer yaratmış.
Bulgari Ristorante
Tasarımcı cafeleri/restaurant’ları Avrupa’da olduğu kadar, lüksün artık yeni adresi olan Asya’da da bir o kadar yaygın. Bunların başlıca örnekleri arasında Tokyo’da bulunan Bulgari Ristorante’yi gösterebiliriz. Milano’da bulunan Bulgari oteli ve restorantından sonra bu sefer de Tokyo’ya açılan bu konsept Milano’daki şıklığını aratmıyor. 1 Michelin yıldızlı Bulgari Ristorante Tokyo’da lüks marka deneyimini her yönden yaşamak isteyenlerin gitmesi gereken yerlerden biri.
Ralph’s Coffee
New York’ta yapılacak en moda aktivitelerden biri belki de Ralph Lauren’in cafesi Ralph’da kahve içerek güne başlamak. Ralph Lauren, her zaman New York hayat tarzının vazgeçilmez bir ismi olmuştur. Bir şehirle bu kadar özdeşleşmiş ikonik bir markanın da bu derece popüler bir marka stratejisi olan cafe alanına girmemesi beklenemezdi. Tasarımcı cafeleri denince yapılan en büyük hata her zaman en lüksü beklemek oluyor. Bir tasarımcı cafesi oluşturulurken yapılması gereken şehirde bulunan en lüks yer olmaktan ziyade, şehrin ruhuyla ve markanın misyonuyla en uygun mekanı yaratmak. Bu noktada Ralph hem New Yorker hayat tarzıyla hem de markayla oldukça uyum içinde bir konsept ortaya koymuş.
Cavalli Ibiza Restaurant & Club
Avrupa’nın en popüler tatil rotalarından olan İbiza’da Roberto Cavalli’nin açtığı Cavalli İbiza Restaurant & Club gerçekten misafirlerine tam bir Roberto Cavalli deneyimi yaşatıyor. Açık havada İtalyan füzyon mutfağının olduğu restaurantta özel partilere katılabiliyor ve konserler dinleyebiliyorsunuz. Roberto Cavalli’nin tasarımının her detayıyla ilgilendiği bu mekanda leoparlı yastıklar ve zebra desenli yer kaplamaları olduğunu söylemek garip olmaz değil mi?
Gucci Cafe
Gucci’nin kurulduğu şehir olan Floransa’da bir Gucci cafesi olmadan olmazdı. Café’nin bulunduğu lokasyonda Gucci müzesi de mevcut. Moda dünyasının en önemli markalarından olan Gucci’nin kuruluş hikayesini öğrenip, müzeyi gezdikten sonra Gucci cafe’de bir kahve molası ideal bir pazar günü programı olabilir. Cafe ile yan yana bulunan müzenin kitapçısında Gucci’den, Comme des Garçons’a kadar birçok farklı tasarımcı hakkında kitaplar bulabilirsiniz. Evet, belki çok sofistike bir mekan değil ama müzenin etkileyici havasının ardından bu atmosferi daha da pekiştirmeniz için biçilmiş kaftan olmuş.
Cafe Dior
Kore’ye yolu düşenler için benzersiz bir çay kahve deneyimi için Seoul’da bulunan Cafe Dior’a uğramak şart. Kore’de bir değişiklik yapıp batı tarzı bir patisserie deneyimini kuşkusuz en fashionable şekilde yaşayabileceğiniz bir yer. Cafe Dior’un menüsünden dekorasyonuna kadar her şey bu ikonik Fransız markasının karakteristik özelliklerine uyumlu şekilde tasarlanmış. Tıpkı Vivienne Westwood cafesinde olduğu gibi Dior da bir marka cafesi açmanın sadece isim vermekten çok daha fazlası olduğunu anlayıp cafedeki her detayla markanın ruhunu harmanlamış.
Toms Coffeeshop
Bu listedeki en şaşırtıcı isimlerden biri de Toms Coffeeshop. Birçok lüks markanın yeme -içme işine girerek adını farklı alanlarda da markalaştırması alışılagelmiş bir konsept olsa da, Toms gibi 30 Dolar’a espadril ayakkabı satan bir markanın coffeeshop açması yenilikçi bir yaklaşım. İşin aslı şunu gösteriyor ki fiyat politikası ne olursa olsun pek çok marka müşterilerine kendi hayat tarzını, marka felsefesini sadece mağazalarla sunmakla yetinmiyor. Los Angeles, Atina ve Londra gibi farklı şehirlerde bulunan Toms’ cafelerinde, etik üretilmiş kahve içerken keyifli ve sıcak bir atmosferde istediğiniz organik atıştırmalıkları yiyebilirsiniz. Mekanın iç dekorasyonu da tıpkı Toms ayakkabıları gibi sıcak, hafif etnik, çevreye duyarlı ve herkesi kucaklayan bir şekilde dekore edilmiş.
Toms coffeeshop, ister lüks, isterse ulaşılabilir olsun, artık birçok markanın farklı alanlarda müşteri deneyimi yaratmak isteyip markaları sadece giyilebilir birkaç parça kıyafet olmaktan çıkarıp hayatın bir bütününe yayılmış bir yaşam tarzı olarak göstermek istediklerinin kanıtı.
Emporio Armani Restaurant
Tasarımcı cafeleri neden Türkiye’de yok cümlesine cevap olan bir örnek Emporio Armani Restaurant. Dünyada birçok farklı yerde olan bu cafe/restaurant’ı Türkiye’de İstinye Park’ta bulabilirsiniz. Minimal bir şıklık içinde dekore edilmiş olan bu tasarımcı mekanında tıpkı Armani’nin tasarımlarındaki ruhu ve çizgiyi yemeklerde de hissediyorsunuz.
Vogue Cafe
Moda dünyasının kutsal kitabı kabul edilen Vogue’un cafesi şu anda hali hazırda 2 farklı yerde bulunmakta. Moskova ve Dubai. Conde Nast Rusya’nın önemli restaurant işletmecilerinden Arkady Novikov ile işbirliğinden oluşan Vogue Cafe, Moskova’nın tarz sahibi insanlarının vazgeçilmez mekanları arasında. Batı stilinde yemeklerinin de ötesinde hafta sonlarında Vogue Cafe şehrin en popüler kokteyl barlarından birine dönüştü bile.
Chanel Beige
Birçok marka yeme-içme sektörüne girmek istediğinde hem bu konuda bir ortağın tecrübesinden faydalanmak hem de yeni adım atacağı bu sektörde prestijli biriyle anılmak için işbirliği yapıyor. Bu duruma Chanel ile Alain Ducasse’ın işbirliğiyle açılan Chanel Beige’i örnek verebiliriz. Tokyo’da bulunan Chanel Beige sade ama sofistike şekilde dekore edilmiş bir Fransız restoranı. Chanel ve yemek denince aklımızda canlanan ilk şey tabii ki de Fransız mutfağı oluyordu, bu girişim de bu beklentimizi karşılamış. Chanel Beige’in en farklı noktası ise Chanel logosunu neredeyse hiçbir yerde kullanmamış olması, yani burada yemek yiyecekseniz instagrama koyacağınız Chanel logolu yemekler beklemek yerine ortamın tadını çıkarmaya odaklanmanızı öneririz.
Vakko Patisserie Petit Four
Peki ya Türkiye? Yurtışında tüm bunlar olurken Türkiye de marka cafeleri konusunda ilerliyor. Akmerkez’de açılan Vakko Patisserie, amacınının Türk müşterileri gerçek Fransız pastacılığı ve patisserie (Fransız pastahanesi) konseptiyle buluşturmak olduğunu söylüyor. Gerçekten de menüye baktığımızda macaronlardan kruvasanlara kadar birçok Fransız klasiği pastel tonlarında döşenmiş bu sevimli pastahanede. Peki tüm dünyada tasarımcı/marka cafeleri açtıkları mekanları kendi markalarının konseptine ve markanın doğduğu kültüre uyarlarken, Vakko’nun tamamen bir Fransız konsepti içine bürünmesi akıllarımıza, bu eşleşmenin yerinde olup olmadığı sorusunu getiriyor.
Ralph Lauren ve Manhattan kahve kültürü, Burberry ve ayrılmaz ikilisi İngiliz değerleri, Cavalli Restaurant’da karşımıza çıkan marka ruhunu birebir yansıtan detaylar düşünüldüğünde; Vakko’nun yakın zamanda açmış olduğu bu mekanın içindeki detayların marka algısı ile ne kadar uyumlu olduğu sorusu aklımızda kalıyor.